Tarih çok fazla cani gördü. Bizim ömrümüze de sığdı epeycesi. Eski Yugoslavya Devlet Başkanı Miloseviç, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde kendisini nasıl savunmuştu hatırlayın. Ülkesini savunuyordu, ne yaptıysa vatanı ve halkı için yapmıştı.
Ratro Miladiç de silahsız 8 bin Müslüman Boşnak’ı dünyanın gözü önünde ve “Birleşmiş Milletler’in garantisi altında” Srebrenitsa’da soykırıma uğratmış olmasını savunabilmişti.
Çok iyi hatırlıyorum o günleri. Gece gündüz Fatih Camisinde toplanıp “farkındayız” demekten, katillere ve bu zulme göz yuman sözde uluslararası güçlere lanet okumaktan başla bir şey gelmiyordu elimizden.
Arkadaşlarımız vardı ama, Bosna’ya savaşmaya giden. Öyle “mobil cihatçı” falan değildiler; okul kaydını dondurup gidiyorlardı.
Bizden üst sınıfta olan bir arkadaş, eşi savaşta şehit düşmüş yaşça kendisinden epey büyük üç çocuklu bir kadınla evlenmişti de hepimizin takdirini kazanmıştı.
Savaş bitince okuluna dönmüş eşi ve üç çocuğuyla normal bir hayat yaşamaya başlamıştı.
Bosna kalbimiz gibiydi. 90’larda hep sızladı kalbimiz. Sırp askerlerinin tecavüz ettiği Müslüman kadınların acısını kalbimizin en derininde hissettik.
Katil devlet başkanları
Ya Halepçe!
Saddam Hüseyin’in talimatıyla “Kimyasal Ali”nin yürüttüğü katliamın bütün çıplaklığıyla yaşatıldığı müzeyi gezme fırsatım oldu geçen yaz.
‘Medeni ülkelerin’ müze performanslarından farklı olarak hiç estetize edilmemişti. Kapı eşiğinde, çeşme başında ansızın ölüvermiş çocukların fotoğraflarının yanına Saddam’ı asan urganı da koymuşlardı öylece.
İnsanı insanlığından utandıran şiddet kareleri...
İsrail Devlet Başkanları’nın Filistin halkına yaşattıkları ise dedelerimizden torunlarımıza miras bırakacağımız bir insanlık utancı olmaya devam ediyor.
Sabah namazında halkının üzerine keskin nişancılarıyla ateş açan Mısır’ın darbe yönetimini de anmamak olmaz, değil mi?
Katil devlet başkanları albümünde mutena bir köşe de Esed’e ait.
Geçen gün ortalığa dökülen işkence fotoğraflarının üzerine bir cümle daha kurmaya gerek var mı bilmiyorum.
Açlıktan öldürmek üzere oldukları insanları triger kayışıyla boğmak, gözlerini oymak, vücutlarını takrip etmek...
Esed “usulüne uygun” öldürdüğü müddetçe zaten sorun eden yoktu!
100 binden fazla kişiyi öldürdü de kimyasal silaha davranınca ABD az oralı oldu. O da kimyasal silah kırmızı çizgimiz dediği için.
Erdoğan’ın şansı
Ne var ki kimyasal silahla 1400 kişiyi öldürmüş olmak Esed’in ömrünü uzattı. Kimyasalların imhasına razı olduğu için madalya takmadıkları kaldı boynuna.
Esed’e göz yumanlar sayesinde palazlandıkları belli olan El Nusra’nın, İŞİD’in varlığı, Esed ve Esed muhiplerine meşruiyet kaynağı yapıldı.
Öyle ki Cenevre 2’nin gündemine oturan işkence fotoğraflarını uluslararası güvenirliği olan uzmanlar inceleyip “Savaş Suçları Mahkemesi’ne sunulacak kanıtlar” olarak değerlendirirken bizdeki bir kısım gazetecinin tavrı, bu vahşeti “Erdoğan’ın şansı” diye okumak ya da “nerden malum” diye sorgulamak oldu.
El Kaide’ye yardım ediyor iddiası ile Türkiye’yi Lahey’de yargılatmaya hevesli Kılıçdaroğlu ve avanesi ne yapacak şimdi, eli kanlı Esed’le verdikleri pozlara dönüp bir bakmaktan başka.
Bunun için komplo kuranlar, MİT’in yardım tırlarını “El Kaide’ye yardım ediyor” alt başlığıyla yabancı basına servis edenler, ya onların durumu?
O fotoğraflara bakıp hala soğukkanlılığını koruyabilenlerin, sorgulayıcı gazeteci tripleri atanların ve hala gazeteciyim diye ortalıkta dolaşanların yaptığı, işkence fotoğraflarına ekmek bandırmak; başka bir şey değil.
Türkiye’nin Suriye politikasını eleştirmeyi bu fotoğrafların faturasını Türkiye’ye kesmeye vardıranlara ise içinde debelenecekleri utanç yeter.
Bu arada; Erdoğan’ın bir şansı varsa o da muarızlarının zeka ve vicdan düzeyidir.