Batı dünyası bir kere daha Ortadoğu’da bir askeri müdahale hazırlığı yaparken batıdaki belirli mahfillerde özellikle Türkiye’yi baskı altına almaya yönelik kampanyalar da hız kazanarak sürüyor. ABD yönetimi Türkiye’nin IŞİD’e karşı girişilecek mücadeleye katılmasını istiyor ama bu konuda bizim çekincelerimize saygı göstereceğini de belli ediyor. Zaten yapılan ikili resmi açıklamalar da Türkiye’nin askeri gücüyle değil, bölgedeki nüfuzunu ve ayrıca lojistik imkânlarını devreye sokmak suretiyle IŞİD’e karşı oluşturulan uluslararası koalisyona katkı vereceğini gös teriyor. Bölgede başından beri Türkiye ile uyumlu bir dış politika çizgisine sahip olan Obama yönetiminin Türkiye’nin bu çerçevedeki desteğiyle yetinmeye hazır olduğu anlaşılıyor.
Buna mukabil Ankara’nın bu işin içinde mutlaka fiili olarak askeri varlığıyla yer almasını isteyenlerin pek de “Türk dostu” profili taşımamaları ilginç bir ayrıntı. Amerika’da neo-conlar ve İsrail lobisi militanı kalemler gibi... Avrupa’da yine İsrail yanlısı belirli çevreler gibi... Bunlar Erdoğan-Davutoğlu yönetiminin çekincelerini başka yerlere çekerek IŞİD’i Türkiye’nin desteklediğini iddia etmeye kadar şantajı abartmış bulunuyorlar.
Peki, Obama yönetimi niçin -geçmişte Bush yönetiminin yaptığı gibi- Türkiye’nin fiilen bu işe karışması için ısrarlı bir şekilde talepkâr görünmüyor?
Bir defa Türkiye’nin çekinceleri makul... Bizim açımızdan sakıncalı veya riskli görünen hususlarda güvence veremiyorlar. Kanlı örgütün elinde 49 vatandaşının rehin bulunması, örgütün bizim bir girişimimize maalesef ülke içinde de karşılık vermeye muktedir olması kamuoyunda ilk akla gelen sakıncalar. Ancak bunlardan çok daha büyük riskleri var bu işin. Yapılması düşünülen askeri müdahalenin bölge haritası üzerinde jeopolik nitelikte değişikliklere yol açması kaçınılmaz. Bunun anlamı öncelikle birleşik bir Kürt siyasi gücünün ortaya çıkma ihtimali. Bu noktada PKK’nın güçlenmesi ülke içinde sürdürülmekte olan Çözüm Süreci açısından da ciddi bir tehdit.
İkinci bir sakınca Sünni Araplar adına mücadele ettiği izlenimi veren örgüte karşı yapılacak müdahalenin Sünni Araplara yönelik olarak algılanması riski. Dolayısıyla Sünni Araplar arasındaki radikal eğilimlerin şimdikinden çok daha güçlü bir şekilde sahneye çıkma ihtimali. Ve biriken nefret ve düşmanlık duygularının burada olmayan batılılardan ziyade buradaki Sünni olmayan veya Arap olmayan unsurlara yönelmesi...
Unutmayın ki Irak’ın işgali sürecinde ABD ile işbirliği yapan Kürtler ve Şiiler ülkedeki Sünni Araplarca vatan haini olarak görüldüler ve bugün IŞİD’in ortaya çıkışını hazırlayan dinamiklerden biri toplumsal kesimler arasındaki bu gerilim oldu.
Tamam, IŞİD kanlı bir örgüt. Türkiye açısından ciddi bir tehdit odağı. Temsil ettiği din anlayışı da son derece sapkınca ve İslam adına tehlikeli. Mevcudiyetine ve etkinliğine muhakkak dur demek gerekiyor. Ne var ki bu örgütü ortaya çıkaran siyasi ve sosyal dinamikler yerinde durduğu sürece IŞİD’e karşı kazanılacak bir askeri başarı hiçbir zaman zafer olmayacak. Ne bizim için, ne de batılılar için.
Türkiye’nin bugün IŞİD’e karşı düzenlenecek bir askeri harekata katılması halinde koskoca bir Sünni Arap dünyasının nefret objesine dönüşmesi ve bölgedeki hasımlarımızın bunu çok uzun yıllar aleyhimizde bir enstrüman olarak kullanma imkanı bulmaları dışında bir sonuç elde etmek mümkün görünmüyor.
Öyleyse yapılacak iş bu meseleyi çözmek için Sünni Arap devletlerinin ellerini taşın altına sokmalarını talep etmek olmalı. Hem bu örgütün oluşumunda bizden çok onların günahları söz konusu olduğu için, hem de Sünni Araplar adına terör estiren bir örgütü durdurmak yine Sünni Araplar’a ait bir mesuliyet olduğu için...
Başta Suud olmak üzere, Körfez şeyhlikleri, Mısır ve Ürdün hep birlikte bu mücadeleye destek vererek zaten kendi yaratmış oldukları canavarı ortadan kaldırabilirlerse bunun sonucunda bölgede Sünni Araplara yönelik bir nefret ve düşmanlık doğması riski de ortadan kaldırılmış olur.