IŞİD meselesi hızla bir neo-Kaide kısır döngüsü olmaya doğru ilerliyor. 11 Eylül sonrası bir fenomene dönüş(türül)en El-Kaide, ABD açısından milenyumun eşiğindeki küresel siyasi tıkanıklığı, bir süre daha yönetmesinin sıradan bir aracı olma vazifesi ifa etmişti. El-Kaide siyasetinden geriye kalan bakiye hiç de iç açıcı değil. 11 Eylül öncesi Afganistan’da olan El-Kaide, bugün dünyanın elliye yakın ülkesine dağılmış oldu. İslamofobi bütün batı yarımkürede hortladı, bu ırkçı damarı araçsallaştıran İslam ülkelerinde ise kanlı bir şekilde İslami hareketlerin bastırılmasının önünü açtı. Bugün IŞİD meselesinde yeni bir el-Kaide fenomeni inşa edecek yaklaşımın da hızla yükseldiğine şahitlik ediyoruz.
Neredeyse küresel sistemin, bölgesel düzenin bütün kötülük ve çarpıklıklarının IŞİD ile mübadele edilerek ortadan kaldırılabileceği beklentisi oluşturulmaya çalışılıyor. Bu yaklaşımın ürettiği ilk dinamik, ‘herkesin kendisine bir IŞİD bulması’ oldu. IŞİD meselesiyle bir şekilde alakalı olan her bir aktörün ‘müstakil bir IŞİD’i var artık. Sahada oldukça kanlı bir yapı olsa da, IŞİD amorf bir taşeron. İsteyen aktörün istediği gibi şekillendirdiği, araçsallaştırdığı ve tükettiği bir fenomen. IŞİD, üzerine hesap yapanlara istemedikleri kadar malzeme veren yapısıyla, birçok yapısal kriz karşısında küresel bir kamuflaj malzemesine dönüşmüş durumda. Bu halin IŞİD açısından bir kriz olduğunu söylemek mümkün değil. Zira tam da bu damardan beslenen bir yapı için, takas değerine talip olanların sayısındaki hızlı artıştan rahatsız olması için bir sebep bulunmuyor.
Asıl kriz IŞİD’e yatırım yapanlar için her geçen gün büyümeye devam ediyor. El-Kaide’yi milenyumun ilk on yılı boyunca fazlaca tüketen, 2011’de, Arap İsyanlarının ortasında, ‘Bin Ladinsiz’ kalınca ciddi anlamda söylem krizine giren aklın, yeni sorunu da benzer şekilde ilerliyor. Ama bu sefer yapısal farklar mevcut. El-Kaide, son tahlilde mobil ve misyoner bir yapıydı. Mevzii kazanma amacından ziyade zarar verme ve ses getirmeyi hedefliyordu. Coğrafya veya mukim kalma derdi bulunmuyordu. Lokal geniş kitlelerle duygu birlikteliğini aşan bir lojistik tahkimat peşinde değildi. IŞİD bu noktaların tamamında El-Kaide’den ayrılan bir yapı. Ama ironik bir şekilde El-Kaide araçlarının fonksiyonel unsurlarını da belli ölçüde içerisinde barındırıyor.
Son tahlilde, El-Kaide’ye verilen tepkiler etrafında şekillendirilen bir IŞİD’i ele almak oldukça sorunlu olacaktır. Batılı aktörler açısından böylesi bir yaklaşım sorun olmakla beraber, bu aşamada, küreselleşmemiş bir tehditle ferasetsiz bir mücadeleden başka bir anlamı da olmayacaktır. Bu durumun ortaya çıkaracağı maliyetin ise gündemlerini çok fazla işgal edeceğini şu aşamada söylemek zor.Zira son 6-7 yıl boyunca, Irak, Suriye ve Mısır’da muhtemel bir IŞİD tahripkârlığının birebir sahneleri yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor.
Asıl sorun bölgemizdeki aktörlerin IŞİD’le kurduğu ilişki. Burada IŞİD’i El-Kaide’den ayıran özellikleri, hem tehdidin önce soğutulup ardından da yönetilmesi hem de büyümesi anlamında hayati rol oynayacaktır. IŞİD’in coğrafya ile kurduğu ilişki düzeyinde bile siyasi coğrafya okuması yapmakta zorlanan aktörlerin, ironik bir şekilde IŞİD’e sarıldığını anlamaları gerekiyor. Benzer şekilde, IŞİD’in çoklu etnik unsura sahip yapısını anlayamayan aktörlerin, etnik perspektifli yaklaşımlarının tam da IŞİD’i tahkim ettiğini görmeleri gerekiyor. Son olarak, IŞİD’in tekil tek tabiatı olan mezhep damarı karşısında reaksiyoner bir tavırla benzer bir siyasi mevziiyi inşa edenler de, IŞİD’i dolaylı olarak tahkim ediyorlar.
11 Eylül’ün ilk felaketi Dünya Ticaret Merkezi’nde yaşandı. Ama bu en büyük felaket olmadı. Akabinde yaşanan işgal ve küresel cadı avı çok daha büyük bir maliyet ortaya çıkardı. IŞİD tehdidiyle mücadelenin ilk adımı IŞİD’e sarılmaktan ve onu araçsallaştırmaktan vazgeçmek olmalıdır. Zira IŞİD’in var olmadığı bir sahnede var olmaya devam eden yapısal sorunlar, IŞİD tehdidinden çok daha büyük.