En başından beri IŞİD mevzilerine yönelik askeri harekâtta Türkiye’nin bilfiil yer almasını doğru bulmayanlardanım. Fikrim hâlâ değişmedi. Dün vahşi örgütün elindeki konsolosluk görevlilerinin kurtarılması operasyonu için “IŞİD’e ne verdik acaba” diyerek bir yandan hükümeti bu örgütle işbirliği yapmakla itham edip bir yandan da Türkiye’nin askeri operasyonda yer almamasının felaket getireceğini iddia ederken bugün “ne işi var Türkiye’nin bu bataklıkta” diyenlerden değilim...
Bu arada “Siyasi irade askeri müdahaleye katılmaktan imtina ediyordu, ne oldu da fikrini değiştirdi” sorusunu sorma hakkına sahip olmak için de Türkiye’yi bu işin içine çekmek için yapılan operasyonların içinde yer almamış olmak gerekir! Siz bir yandan Ankara’yı sıkıştırmak için “IŞİD militanları Türkiye’de tedavi ediliyor, IŞİD’e Türkiye’den silah gidiyor, Türkiye IŞİD’den petrol alıyor vs vs...” diye günlerce birilerinin ağzınıza verdiği sakızları çiğneyeceksiniz, amacınıza ulaşınca ise “ne işi var Türkiye’nin bu bataklıkta” diye başka bir pozisyonda göreve devam edeceksiniz. Bunu da siyasi muhalefet diye yutturacaksınız. Yağma yok!
ABD öncülüğünde IŞİD’e karşı tasarlanan askeri harekâtta Türkiye’nin fiilen yer alması doğru değil. Çünkü Türkiye’nin burada yer almasının sakıncası sadece 49 vatandaşımızın bu eli kanlı vahşilerin elinde bulunuyor olmasından ibaret değildi. Daha önemli gerekçeler var. Biri şu:
Türkiye’nin Suriye politikasında hatalar vardı, evet... Bazılarımız bu konuda boş ve tehlikeli hayaller kurdu ve AK Parti tabanında kendi hayalleri istikametinde bir kamuoyu oluşturarak siyasi iktidara da az çok tesir etti... Bu doğrultuda dışarıdan gelen tazyikler ise ayrı bir keyfiyetti... Bunları ilk günlerden beri söylüyoruz. Ama IŞİD gibi bir örgütün ortaya çıkışında Ankara’nın doğrudan bir dahli olduğunu söylemek mümkün değil. Suriye iç savaşında Türkiye’nin destek verdiği gruplar arasında bu örgütün olmadığını herkes biliyor. Türk dış politikasının bu hadisede “dolaylı” yoldan bir günahı olduğunu iddia etseniz bile “doğrudan” bu günaha karışmış ve IŞİD belasına ebeveynlik etmiş olan güçler dururken Türkiye’nin bu meselenin çözülmesinde yükümlülük üstlenme mecburiyeti olamaz. Elini taşın altına sokması gereken birileri varsa bu örgütü bloklaşma siyasetleri kapsamında destekleyip bugünlere getirmiş olanlardır.
Diğer yandan, Türkiye’nin Suriye politikasında eleştirilebilecek noktalar var ama Irak konusunda aynı şeyi söylemek haksızlık olur. Amerikan işgali sonrasında oluşan karanlık tabloyu hatırlayın. Züccaciye dükkânına giren fil gibi Irak’a giren ABD buradaki mezhep ve etnik kimliklerin her birinin birbirine girdiği bir kargaşa ortamı yarattı. Özellikle uzun yıllar boyunca Sünni azınlık tarafından baskı altında yönetilmiş Şii Arapların birdenbire ellerine geçen iktidar imkânını Sünnileri ezmek üzere kullanmaya yönelmeleri, Sünnilerin ise ABD ile işbirliği yapan Kürtleri ve Şiileri vatan haini saymaları neticesinde savaştakinden daha fazla kanın aktığı bir terör girdabı oluşmuştu bu ülkede. Amerika ve müttefiklerine kalsa bu kanın durması kolay olmazdı. Türkiye ülkedeki bütün kesimlerle iyi ilişki kurabilme kabiliyetini devreye sokarak Sünnilerin, Şiilerin ve Kürtlerin ortak bir siyasi yapıyı birlikte oluşturmaları konusunda önemli bir görev üstlendi. Özellikle Sünni Arapların demokratik sisteme dâhil olmaya razı edilmeleri Türkiye’nin nüfuzu ve gayretleri sayesinde mümkün oldu.
Ama bir süre sonra ABD ve İran destekli Maliki yönetiminin -Türkiye’nin ısrarlı uyarılarına rağmen- uyguladığı mezhepçi politika her şeyi yeniden en başa döndürdü. Bu yüzden Körfez Araplarının desteğiyle Suriye’de bir güç teşkil etmiş olan IŞİD komşu ülkedeki Sünni azınlığın koruyucusu veya silahlı gücü olarak bir işlev üstlendi. Saddam döneminin yönetim kadrosunun da bu örgütün yönlendirilmesinde payı olduğu ve aslında bunları bugünkü konjonktürde kullanıp atmayı planladığı düşünülebilir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin IŞİD elindeki rehinelerini kurtarabilmesinin ülkedeki Sünni gruplar üzerinde devam etmekte olan nüfuzuna borçlu olduğunu, IŞİD’in de bunların desteğine muhtaç olduğu için her şeye rağmen oralardan gelen ricalara hayır diyemediğini hatırlatmak lazım.
Şimdi... ABD öncülüğünde kurulan koalisyonun terör örgütü IŞİD’e karşı başlattığı askeri operasyonun Irak’taki Sünni Araplar başta olmak üzere Arap dünyasının bütününde haklı görülüp alkışlanacağını beklemek hayalcilik olur. Çünkü belirli bir coğrafyanın üzerine uçaklardan bomba yağdırarak bir terör örgütünü etkisizleştirmekten ziyade orada yaşayan geniş halk kesimlerini kendinize düşman edersiniz. Türkiye’nin de böyle bir koalisyon içinde yer alarak bölgedeki Sünni Arapların nefretini ve düşmanlığını celbetmesi yerine başka araçlar ve yöntemlerle bu sorunun çözülmesi için katkıda bulunması istenmeli.