Türkiye’ye dair IŞİD üzerinden yürütülen küresel manipülasyon aslında yeni değil. 2003’ten beri sürdürülen kampanyada, Türkiye’ye dair kurulan cümlelerde geçen “eksen kayması”, “Hamas”, “İhvan”, “Ortadoğu” başlıklarının ya da kod isimlerinin, son birkaç yıldır Suriye üzerinden sürdürülen algı operasyonlarından yapısal anlamda fazlaca bir farkı bulunmuyor. Türkiye içerisinde benzer tartışmaları yapanların fazlaca ciddiye alınacak bir tarafı da bulunmuyor. Zira büyük ölçüde tercüme maliyetine acentelikten öte bir vazife ifa etmiyorlar.
Küresel manipülasyonun merkezinin ne olduğu ve ne yapmaya çalıştığına baktığımızda, karşımıza bir tek damar çıkıyor: Bölgemizde yaşanan, geciktirilebilir ama engellenemez değişim dinamiklerinin yarattığı panik. Türkiye, bölgenin yaşadığı değişim sancılarını hem daha erken tecrübe etmesinden hem de bizatihi dönüşümü açık bir şekilde desteklemesinden dolayı, ne Batı’nın ne de bölge aktörlerinin içine düştüğü “değişim sindirme krizini” yaşamadı. Bu durum Türkiye’ye açık ara siyasi mukayeseli üstünlük sağlıyor. Bölgeyle alakalı aktörler, aradaki açığı değişime arka çıkmak yerine, istikrarsızlık ve statüko dinamiklerini destekleyerek kapatma yönünde tavır alıyorlar. Bu elbette oldukça kısa vadeli ve krizi derinleştiren bir yaklaşım. İşte bu perspektiften dolayı, beş yıl önce kimsenin bilmediği yapılar bir anda arzı endam edebiliyor, köhne bölgesel düzene nöbetçi yazdıkları aktörlerin raf ömrü en fazla üç-beş yıl olabiliyor.
Bölgeyi, özellikle Irak’ı yakinen takip eden hemen herkes, IŞİD fenomeninin örgütsel, siyasi ve sosyolojik olarak nasıl serpildiğini biliyorlar. Bu dinamiklerin içerisinde, bırakın Türkiye’nin yer almasını; aksine Türkiye’nin temsil ettiği ve desteklediği perspektifin tam anlamıyla zıddı hakim. Örgütsel anlamda, Suriye isyanını kırmak üzere Maliki rejiminin pespaye istihbarat operasyonlarıyla önünü açtığı, Irak üzerinde güçlü istihbarat takibi yapabilen aktörlerin, adım adım organizasyonun oluşumunu ve liderliğini gözlemle(yebil)diği bir yapıdır IŞİD. Bugüne kadar Suriye muhalefetiyle en az Baas rejimi ve destekçileri kadar kanlı ve acımasız bir savaşı gündeminin ilk maddesi yapan bir örgüt üzerinden, Türkiye mahkum edilmeye çalışılıyor. Baştan aşağı akla ziyan dezenformasyonlarla dolu, medyatik servislerle algı operasyonu hayata geçirilmeye çalışıyor. IŞİD üzerinden Türkiye eleştirileri getirdiğini düşünenler ya haber merkezlerinde üretilen paket söylemi tüketiyorlar ya da profesyonel istihbarat manipülasyonlarına bilerek veya bilmeyerek gönüllü yazılıyorlar.
IŞİD’i var eden siyasi atmosfer, Türkiye’nin Irak işgalinden beri vuku bulmasın diye çırpındığı hususların başında geliyor. İşgal öncesi savaş çıkmasın diye, 2005 seçimleri sırasında siyasal katılım mümkün olan en üst düzeyde hayata geçsin diye, kritik 2010 seçimlerinde ise farklı kesimlerin tamamının temsilinin sağlandığı bir mutabakat projesi başarılı olsun diye uğraşan Türkiye’den başkası değildi. Mart 2010 seçimlerini Maliki’ye, 2011 Suriye değişim taleplerini Esed’e, meşru Mursi iktidarını Sisi’ye boğduranların oluşturduğu atmosferin sebep olduğu krizi bölgemiz bedel ödeyerek yaşıyor.
Benzer şekilde, ‘yeni’ olduğu farz edilen sosyolojik bir durum da var. Aslında, kadim sosyolojinin tahrip edilmesinden dolayı yaşanan bir anomaliden bahsediyoruz. Şam’ın ve Bağdat’ın ne olduğunu “Baghdady” uzmanlarından öğrenmek durumunda değiliz. Sünni sosyoloji bölgenin kadim hakikatinden ibaret. Dün Saddam eliyle aynı sosyolojinin kimyasıyla oynayıp, İran’la savaşta milyonlarca insanın kanının dökülmesine yol açanlar, 2003’ten beri Irak ve Suriye’de sadece aktör değişimi marifetiyle ne yapıyorlarsa aynısını yapmaya gayret ediyorlar. Hulasa, Türkiye kadim olanın muhafazası perspektifinden beslenen yaklaşımı ile kaostan statüko kurmaya çalışanlardan da ayrılıyor.
Suriye muhalefetine en az Baas rejimi kadar düşmanlık yapan, Irak’ta farklı kesimlerin birlik projelerine kast eden, Irak’ın en yerli unsurlarının meşru taleplerini ne idüğü belirsiz bir İngiliz’in vahşet görüntüleriyle kirleten bir yapının üzerinden Türkiye tartışmaları yapanların, asgari tutarlılık ihtiyacı hissetmemelerinin tatmin edici bir açıklaması olması lazım. Eğer naiflikten değilse oldukça ciddi bir iliştirilmiş entelektüel vandalizmle karşı karşıyayız demektir. Yüzlerinde maske olsa da, aksanları ele veriyor!