Bundan 13 yıl önce El Kaide New York ve Washington’daki hedeflere saldırdığında Türkiye’de pek çok kanaat önderi bunun bir Amerika komplosu olduğunu söylemiş, bir o kadarı da saldırılardan MOSSAD’ı sorumlu tutmuştu.
Bu kanıya sahip olan kanaat önderleri herhalde Arapların böylesi bir saldırıyı gerçekleştirecek kadar “akıllı” olmadıklarını, ancak ve ancak başkaları tarafından yönlendirilmeleri halinde bu çapta işler yapabileceklerini düşünmüştü.
Şimdi benzeri anlayış IŞİD için de geçerli. Komplo denmese bile IŞİD’in Amerikan “projesi” olabileceğinden endişe ediliyor. Bu endişe, daha doğrusu şüpheler en çok da satır aralarında ifadesini buluyor.
Eğer IŞİD Musul Konsolosluğu’nu basıp diplomatlarımızı, korumalarını ve ailelerini rehin alamamış, yani Türkiye’yi doğrudan hedef seçmemiş olsa, bana bu tür şüpheler çok daha yüksek sesle dillendirilecekmiş gibi geliyor.
Ama artık şüphelerimizi bir kenara bırakmamız gerekiyor. Amerika’nın tarihi boyunca pek çok hata yaptığı, Irak’a müdahale etmemiş olması halinde ya da Suriye’ye müdahaleden kaçınması yüzünden IŞİD’in palazlandığı doğru olabilir.
Filistin sorunu karşısındaki vurdumduymazlığı da radikal örgütlerin çıkışına mutlaka katkıda bulunmuştur. Ancak bu nedenlerden hiçbiri IŞİD’in sergilediği vahşetin gerekçesi olamaz.
***
Bizim, özellikle de dini inançları güçlü insanların, nerede hata yapıldığını, bu insanların nasıl olup da böylesine vahşi hale gelebildiklerini anlamaları ve anlatmaları gerekiyor.
Çevresel faktörlere verdiğimiz her referans, ne yazık ki bu tür örgütlerin meşruiyet zeminin güçlenmesine yol açıyor. Sorumluluğu Amerika’da, Avrupa’da aramak yerine bundan sonra biraz da “kendimize” bakalım, nasıl olup da bu tür örgütlerin güçlenebildiğini araştıralım.
Bu sorunun çözümü Obama’nın dediği gibi uzun sürecekse, Türkiye sorunun çözümünde rol oynayacaksa, ülkenin kanaat önderlerine, yazarlarına, çizerlerine de sorumluluk düşüyor.
Hep söylendiği gibi siyasi şiddete karşı verilecek mücadele kapsamlı olmak zorunda. Sadece askeri ve polisiye tedbirlerle böylesi bir sorunun üstesinden gelmemiz mümkün değil. Şiddete sadece şiddetle karşılık vermek sosyal fay hatlarının kırılmasına, sorunun daha da derinlemesine yol açabilir.
Evet, IŞİD’in yükselişinin nedeni olarak Amerikan komplosuna işaret etmek, örgütün imajını muhtemel katılımcıları nezdinde karalayabilir, bir şekilde gayri meşru hale getirebilir.
Ancak aynı zamanda örgüte hakim olan anlayışın masumiyetini de vurgular. Vahşetin taşıyıcısı iradi özelliklerinden arındırılıp, var olduğunu varsaydığımız bir küresel yönlendiricinin siyasi tercihlerine, hatalarına, zafiyetlerine indirgenir.
***
Diğer yandan, Irak ve Suriye’yi sarsan IŞİD tehdidi Türkiye’yi yakın çevresine, büyük devletlerle olan ilişkilerine, ama hepsinden önemlisi kendine bakışını değiştirmesini de gerektirmektedir.
IŞİD ve ona karşı verilecek mücadele dostluk, düşmanlık hatlarını yeniden belirlemeyi zorunlu hale getirmektedir. Ulus ve inanç aidiyeti üstünden geliştirilen siyasetlerin sonunun geldiğine işaret etmektedir. Zihnimizde tasarladığımız, bir ölçüde de kolektif bilincimize aktardığımız Ortadoğu kurgusunun parametrelerinin farklılaştığını göstermektedir.
Değişime direnmek, eski siyasetlerin sürmesini istemek imkansız değilse bile külfetli ve maliyetli. Türkiye her alanda kendini bölgesinde yeni oluşan koşullara göre konumlandırmak ve ona uygun politikalar belirlemek zorunda. Kürt sorununun çözümü de gündelik anlamıyla yeni ittifakların kurulması da artık iyice kaçınılmaz görünüyor.
İtidali ön plana çıkartan, doktriner olmayan esnek bir politika yaşanan çalkantılardan Türkiye’nin olabilecek en az şekilde etkilenerek çıkmasını, küresel ve bölgesel çıkarlarını korumasını sağlayabilir. Benim görebildiğim kadarıyla Ankara’nın yapmaya çalıştığı da budur...