2010 Nam June Paik ve UNESCO 2001 Sanata Destek Ödülü sahibi Ali Kazma, bu defa Venedik Bienali’ndeydi. İnsan bedenini bir ‘Karşı duruş noktası’ gören Kazma, video enstalasyonunu anlattı.
55. Venedik Bienali Türkiye Pavyonu’nda Rezistans adlı video yerleştirmesi sergilenen Ali Kazma ile Venedik’te konuştuk. Ali Kazma, Kasım ayına dek dünyanın önde gelen sanat etkinliklerinde ülkemizi temsil edecek olan Rezistans’ı STAR pazar’a anlattı.
-Rezistans için dünyanın dört bir yanından hangi konuları seçip sergileyeceğinize nasıl karar verdiniz?
Sanat üretimimin ana damarı değişim, dönüşüm... Hem bunu başlatan bir obje olarak insan hem de bunu yaparken değişen insan, işlerimin hep merkezinde. Rezistans’da da büyük bir kopuş yok. Ama çok daha net bir odak üzerinden gitmek istedim: Beden. Bedenin bugünkü varolma imkanları üzerine, limit tecrübeleri üzerine bir iş yapmayı istedim. Aklıma gelen tüm konuları Emre Baykal ile birlikte yazdık. 60’ın üzerinde başlık çıktı. Fark ettik ki üç ana katmandan bahsedebiliyoruz: Bunlardan biri yüzey. Bedenin dünyayla kontağı olan yer, hem de kendini dünyadan ayıran yer. İkinci olarak derinin altı, etin alanı; bedeni hayatta tutan ve tabii ki ölmesine de neden olan kısmı. Üçüncü bir katman da bedenin eğitildiği, disipline edildiği, cezalandırıldığı, kontrol edildiği, kısıtlandığı mekânsal kabuk, mimari kabuk. Üçünün de dengeli olması gerektiğini fark ettik. Nerede beden yeni açılımlara itiliyor, nerede imkanları artıyor, nerede yeni tecrübelere açılıyor? Genelde urban kontekstte olan bir şey... Bu kontekst içinde neler var diye baktım. 19 tanesini çektim. 16 tanesinin montajını yaptım. 13 tanesini kullandık.
-Peki bu kayıtları bir arada kullanmaya nasıl karar verdiniz? Örneğin Japon bağlama sanatıyla üzerinde laboratuvar deneyi yapılan fareyi?
İşlerimi her zaman birlikte göstermeyi seviyorum: Birbirleriyle eşit işler olarak diyalog içinde, bazen birbirlerini onaylayan bazen de birbirleriyle çatışan şeylerle, bu dinamiklerle kendim için de izleyici için de birtakım düşünsel estetik alanlar açılması benim için önemli.
-Yerleştirmelerde nereye bakacağımı şaşırım. Önce birini baştan sona mı izlemeliyim, birini bırakıp diğerine mi bakmalıyım? Size göre nasıl izlenmeli, var mı bir ideal biçimi?
Ben insanların bedenleriyle hareket edip, kendi bedenlerini soktukları farklı pozisyonlardan birlikte görmelerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Önce zaman geçirmek lazım, işler kısa değil... İlk önce kendini genel duruma adapte olup, neler oluyor, videolar nedir bakmalı. Biraz aşinalık kazanmak, sonra tek tek ya da ikili uzun uzun seyretmek ideal benim için. Uzunluklar eşit olmadığı için, videoları senkrona almadığım için her seyrettiğinizde kombinasyon değişiyor. Benim için de çok keyifli, beni angaje tutuyor işle... Her seferinde yeni bir şey yaşama imkanım oluyor. Bir taneyi çıkarınca, ekleyince, farklı bir yere koyunca başka bir iş oluyor; organik ve yaşayan bir iş oluyor.
-Isabella Rossellini’nin Mammas film setine nasıl oldu da gittiniz?
Bir arkadaşımın Fransa’daki yapımcısı aracılığıyla. Premiere Heure, Arte ile çok işbirliği yapıyor. ‘İlgilenir misin?’ diye sordular, ticari bir şey yapmadığımı belirterek ‘Ama sizin yaptığınız bir şeyi kendi sanat projem için gelip çekmek isterim’ dedim. O sırada Lars von Trier’in setine gitmeyi çok istiyordum. Olmadı, çok sert bir film çekiyor. ‘Sete telefon bile almıyorlarmış, bu proje uygun değil’ dediler. Ama Isabella hayvanların anneliği üzerine, kostümlü kuklalı, yine beden üzerinden bir iş yapıyordu. Her şeyi birbirine bağlıyor: Aktörlük var, makyaj var, kamera var, el işi var...
-Sinema öğrenimi gördünüz, hiç film yapmayı düşündünüz mü?
İnsanlarla, ekiple çalışmayı çok seven biri değilim.
-Sizin özellikle söylemek istediğiniz bir şey var mı Rezistans ile ilgili?
Bedeni ortaya koymamın nedeni, esasında bir direnç noktası, bir direnç platformu olup olamayacağını, bu potansiyeli taşıyıp taşımadığını anlamaktı. Böyle bir şey benim kafamda çok yer etti. Beden dünyayla otantik ilişki kurmamızı, imkanlı değil zorunlu kılan bir şey. Bedenimizi değiş tokuş edemiyoruz. Ölümümüzü değiş tokuş edemiyoruz. Bu nedenle her insanın tecrübesi biricik. Geldiğimiz tarihsel, sosyo-ekonomik ve siyasi noktada bedeni tamamen aynılaştıran; tecrübelere isim vererek arşivleyen, sanki hayat stillerini bile alınıp satılan hale getirebilen bir noktaya geldi kapitalist dünya, yaşadığımız dünya. Buna karşın, hala bedenimiz aracılığıyla dünyayla birebir bir ilişkinin mümkün olduğunu, dayatılan ya da uzaktan parlatılarak sunulan şeyler dışında da alternatiflerimizin olup olmadığını, esasında otantik, biricik bir tecrübeye zorunlu olduğumuzun işlediğini görmek, böyle mi diye kendi içinde hissetmek istedim. Bir direnç ve karşı duruş noktası, bir bilinmeyen olarak bedeni, bu bilinmeyenin içinden bize bir sürü imkan sunan obje olarak bedeni görmek istedim.