Irkçılığın bu topraklarda en azından yaygın bir karşılığı olmadığını söyleyerek kendimizi bir parça teselli edebiliriz. Lakin bu durum, aniden ortalığa saçılan hezeyanların tehdit olmadığı ve huzurumuzu kaçırmayacağı anlamına gelmiyor.
İmparatorlukların parçalanması, aynı zamanda zihinlerin ve gönüllerin parçalanması, ufukların daralmasıdır. Uçsuz bucaksız bir arazide, muhteşem bir çiftlikte yaşadığınızı hayal edin bir an için. Sonrasında ise kırık dökük bir kulübede yaşamaya mahkum edildiğinizi. Aynı ruh halini, neşeyi ve ufku korumanız mümkün olabilir mi.
Türkiye’de ulusalcılık ve onun etrafında tarif edilen her şey böyle bir kırılmaya, parçalanmaya ve aynı zamanda tepkiselliğe karşılık gelir. Düne kadar itibar etmediğiniz konular, bir anda hayatınızın merkezine yerleşir. Dün ayıp olan, kınanan meraklar, ‘öğrenmeniz gerekenler listesi’nin ilk sırasındadır.
Bu coğrafyanın insanları, kahir ekseriyetle ırkçılıktan uzak durdular. Rahmetli dedem ‘İnsanların kökenini, dinini, mezhebini kurcalamak ecnebi merakıdır’ derdi. İşte tam da öyle bir duruştu bizim insanımızın sergilediği. Şimdi kürsülere fırlayıp akla ziyan sözler edenlerin çok uzağında kaldığı bir ferasetin ve basiretin ifadesiydi bu anlayış.
Binlerce evladını davulla zurnayla uğurlayıp tabutla teslim alan bir milletin, akıl almaz kışkırtmalara, içeriden dışarıdan bin bir tezgaha rağmen, akan kanın durması için gösterdiği fedakarlık ve çözüme verdiği destek, ırkçılık denen hastalığın hala bizden uzak olduğunun da yansıması.
***
Batı’yı ve onun sahip olduğu ‘uygarlık’ anlayışını, bizim için olmazsa olmaz ilan edenler, o dönem şartların uygunluğu ve bir o kadar da dayatmasıyla ‘ulus devlet’ modeli üzerinde hayli çaba gösterdiler. Bu durum, toplumun geniş kesimlerinin, sahip olduğu değerleri, siyasi merkezle çatışmaya girmeden, farklı yöntemlerle ayakta tutmasını beraberinde getirdi.
Mısır tarlalarında gizlice okutulan elifbaların, bin türlü eziyet, takibat ve ceza ile kovalanan gayretlerin koruduğu alanda, ırkçılık ve benzeri hastalıklara geçit verilmedi. Devlet aklına dışarıdan şırınga edilen ulus devlet ve ulusalcılık gibi rüzgarlar, tam da bu çabalar sayesinde bu coğrafyanın sahip olduğu değerleri ciddi bir sarsıntıya uğratmayı başaramadı.
Bugünün rahatlığı, daha doğru bir ifadeyle konforu, o zor dönemlerin gayretlerini ve direnişini bize unutturmamalı.
***
Türkiye’de İslam ve Müslümanlık, tartışmasız hala en temel değer ve birleştirici unsur. Şimdilerde kendilerine ne zaman kardeşlik hatırlatılsa tüyleri diken diken olanlar ne derse desin, böyle bir değer ortaklığı hala var ve iyi ki de var.
Israrla ve inatla bu ortaklığı devre dışı bırakmaya çalışan anlayışların, iddia ettiklerinin aksine çözümün değil, sorunun destekçisi olduğunu ilan etmek herhalde abartılı olmaz.
Bundan kötüsü ve belki de en tehlikelisi ‘Irkçılık asabiyet, asabiyet ise şeytandandır’ uyarısına kör bir cehaletle karşılık verilmesi. Milleti temsil adına mecliste bulunanların kürsülere taşan ırkçı söylemiyle, bu cehaleti birbirinden bağımsız okumak herhalde mümkün değil.
Şu sıralarda ulus, ulus devlet ve ulusalcılık gibi kavramların, zihin ve gönül dünyamızda bıraktığı izleri bir kez daha gözden geçirmek ve var olan ciddi sorunların perde arkasında bunların ne denli önemli payı olduğunu tekrar görmekte yarar var.
Velev ki birileri kör bir inatla, yüzyıllık hatayı bir kez daha tekrarlama gayretinde olsun. Fark etmez.