Deleuze "kapitalizmin son kodu faşizmdir" demişti.
Fransız düşünürün sözünü sık sık kullanırım.
Bununla birlikte "demokrasi, kapitalizmin perdesidir" sözünü de zaman zaman hatırlatırım okuyucularıma.
Söylem olarak demokrasi ayartmasıyla baştan çıkarılan kitlelerin, nasıl faşizmin yakıtı haline getirildiğini "kapitalist Avrupa" tarihinden iyi biliyoruz.
Son yıllarda bu konuda alttan alta bir korku yayılmaya başladı.
Ama kimileri buna burun kıvırdılar.
O meşhur Avrupa değerlerine güvenleri o kadar fazlaydı ki...
Oysa kibir, aklı da kalbi de kör eder.
Perde çoktan kalkmıştı, aşikarı göremediler.
Hafta sonu gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde, öteden beri yükselişte olan ırkçı partilerin ciddi başarılar elde etmeleri, geçmişte "Avrupa-faşizm" denklemine ilişkin yorumlara burun kıvıranlara bile "ne oluyor?" sorusunu sordurttu.
Fransa, Belçika, İsveç, İspanya, Avusturya ve Macaristan'da aşırı sağ partiler en yüksek oyu aldı. Almanya'da ise aşırı sağ sandıktan ikinci parti olarak çıktı. Hatta Güney Kıbrıs Rum Kesiminde dahi aşırı sağcılar oylarını çok ciddi artırdılar.
Sonuçlar, malum, Macron'a "Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları hükümetim ı̇çı̇n ı̇yı̇ bir sonuç değil. Ulusal Meclisi feshediyorum, hiçbir şey olmamış gibi yapamam." dedirtti ve parlamentoyu fesh ettirdi.
Buna rağmen ülkemizde kimileri anlamsız bir telaşla "daha neler, Avrupa Birliği dağılmayacak ya" diyerek bilindik ezberlerini tekrarladılar, Avrupa değerleri, demokrasi, çok kültürlülük, insan hakları, hukuk devleti kavramlarını tekellüm ettiler bir kere daha.
Ah ezber...
Tarihin kıyısında yaşama kolaycılığına kapılanların geçim kapısı olan ezber!
Oysa tarih değişiyor.
Eski ezberler çoktan tarumar oldu.
Avrupa'nın çöküşünden değil düşüşünden bahsediyoruz.
Değer ihracı yapamayan, sanayisizleşen, siyaseten irtifa kaybeden bir kıtanın serencamını, trajedisini hep birlikte seyrediyoruz.
Batı'nın hukukunun insanlığa maliyeti çok yüksek.
Kaldı ki, Avrupa'da faşizm tarihsel bir olgudur.
Kant'ın otonomisinden bahsedenler, onun ırkçılığına perde oldular hep söz gelimi.
Irkçılık batı hukukuna mündemiçtir yani.
Onun için Afrika'daki isyanı görmeden, sömürü sistematiğinin çöküşünü ve Avrupa'daki daralmayı okuyamayız.
Fransa Cumhurbaşkanının, milliyetçilik tehlikesinden bahsederken, demokrasiyi nasıl perde yaptığını en çok Afrikalılar bilir!
Göçmenlerin oluşturduğu şiddet dalgasına daha çok şahit olacağız, göreceksiniz.
Avrupalı efendiler(!) tarafından arkadaşına öldürtülen Thomas Sankara'nın, asit fıçısına atılan Patricio Lumamba'nın ve komploya kurban giden daha nice bağımsızlıkçı Afrikalı liderin hayaleti Avrupa'nın aşılmaz denilen mevzuat duvarlarını çoktan aştı.
Ama göç yine de çöküşün sadece bir semptomudur.
Bizim ezbercilerin kestirme yolu göçmen sorunu tabi.
Oysa Avrupa'nın derdi daha derinlerde.
Bugüne kadar güç, "derdi" göstermiyordu.
Şimdi korkunç bir kuşatma altında Avrupa.
Amerikan güdümündeki merkez çözüm üretemiyor...
Uzun zamandır uygulanan deregülasyon politikalarıyla aşındırılan devletin ordoliberal mantık gereği hukuku piyasa çıkarına tahvil etmesi, Amerika'nın Ukrayna savaşı ile birlikte Rusya'ya karşı ambargo dayatması büyük bir daralmaya ve savrulmaya sebep oldu.
Amerika ile hesaplaşma olmazsa, ki bugünkü siyasetçi profiline bakacak olursak bu mümkün görünmüyor, Avrupa'nın işi çok zor.
Böyle giderse de şimdiye kadar insan hakları, demokrasi, hukuk devleti gibi söylemlerle gizledikleri ırkçılık kendini siyasetin merkezine oturtacak, bilindik konular aşikar olacak.