Kitlenin beyninin arkasındaki duygulara seslenmek, sıradan politikacı açısından sonuç veren taktiktir. Duyguları öne çıkarırsanız, aslında, yaşamını “akılcı kararlar” ile düzenlemeye alışmış geniş insan topluluklarını “duygularıyla” karar vermeye yönlendirebilirsiniz...
Örnek: Suriyeliler’in “tümünün” tek bir kararla ve hızlı bir süreçte Türk vatandaşlığına alınmalarına karşı çıkmak bir tercihtir. Bu tercihi, SÖZCÜ gazetesinin yaptığı gibi ırkçı bir analizle, Suriyelileri “ötekileştirerek” ve “aşağılayarak” ortaya koymak farklı bir seçenektir. Kaldı ki, sözün sahipleri, kamuoyunda ilk anda ortaya çıkan “hepsi mi?” sorusunu net olarak yanıtlamış, bu ülkeye yatırımları ve eğitimleri ile büyük katkılar sağlayacak insanları diğer ülkelerin almasını önleyecek tedbirlerin alınacağı söylemişken bunu yapmak daha da büyük bir soru işaretidir.
Türkiye’nin, topraklarına sığınmış olan işadamı, akademisyen, bilim insanı, araştırmacı, sanatçı, yani, yaşamıyla içinde bulunduğu topluma önemli katma değerler kazandıracak insanları ülkesi ne olursa olsun vatandaşlığına alması doğru bir karardır. Bu tür bir kararı, “ırkçı” sloganlarla engellemek ise, bir insanlık suçudur.
Batı siyasetçisinin dayanılmaz hafifliği...
Avrupa, yıllardır ektiğini biçiyor. Yükselen ırkçı politikalar, İslam düşmanlığı ve anti-AB aşırı milliyetçilik karşısında “merkezdeki” sağ politikacıların sergiledikleri “günü idare eden” ve “ırkçı oylara yaklaşan siyasi tercihleri sergileyen” tutum, kaliteli olduğunu savunan demokrasilerde büyük bir anafor yaratmış durumda. Bu anafor, zaman içinde herkesi içine çekecek, artık, bu görünüyor.
Birleşik Krallık’ın AB’den çıkmasını bir parti hedefi haline getirmiş siyasetçi Nigel Farage’ın “aşırıcı” fikirlerinin ülke siyasetinin omurgasını İşçi Partisi ile birlikte oluşturan Muhafazakar Parti ile buluşması, Brexit’le ortaya çıkan tablonun ise en çok faşist kimlikli Britanya Milli Partisi’ni sevindirmesi bir teadüf olarak kabul edilebilir mi?
Londra Belediye Başkanlığı’ndan Downing Street 10’a yürümeye çalışan Boris Johnson’un söyledikleri ile okyanusun öte yakasındaki Donld Trump’ın çizgisinin benzer olması da şaşırtıcı mı?
Johnson’un, “78 milyon Türk AB’li olacaksa, biz buradan gidelim” açıklamalarıyla, Turmp’ın “Amerika tüm Müslümanlara yasaklanmalıdır” kampanyasının geniş kitlelerin desteğini sağlaması şaşırtıcı mı, hayır.
Etnik veya dini “radikal sloganların” siyasette her zaman bir karşılığı vardı, 21’nci yüzyıl, gelişen iletişim olanakları, özellikle sosyal medya üzerinden yayılan sözde fikirler(!) ile bu anlamda bir bataklığa dönüşüyor.
Dini veya etnik ayrımcılığın kutsandığı her siyasi ortam, sonuçta, ölüm getirir.
Toplumun “radikal eğilimlerden uzak” kesimleri ise, zamanla, sıradan siyasetçilerin intikam söylevleriyle karşılaşır. Böyle bir ortamda, artık, masum insanları öldürmüş bir canlı bombanın cenazesinde yer almak veya o canlı bombanın temsil ettiği düşünülen gruba hedef gözetmeksizin ayrımcılık yapmak yaşamın olağan görüntülerine dönüşür...
Sonuç... Morglarda ceset saymaktır...
ABD’nin yaşadığı kalkışma...
Amerikan polis teşkilatında yerleşik ırkçı yapılanmayı düzeltecek önlemlerin, yaşanılan açık cinayetler karşısında alınmamış olması, “dünyaya nizam verme iddiasındaki” bir ülkenin sokaklarında kan dökülmesine neden oldu. Zaten, olacağı budur.
Amerikan hakim oligarşisinin kontrolündeki medyanın Barnie Sanders gibi yükselen ırkçı ateşe dur diyebilecek bir başkan adayını baştan red ettiği, Trump gibi bir karakteri ise sürekli manşete taşıyarak Beyazsaray’a aday kıldığı bir dünyada, Amerikalılar farklı bir sonuç mu yaşayacaklarını düşünüyorlardı? Kendi renklerinden bir insanı Beyazsaray’a taşımış olmanın yalnız “siyasi makyaj” olduğunu ve sistemin ırkçı yüzünün varlığını güçlendirerek yaşadığını gören insanların da tepkisi yükseliyordu.
Hesapta olmayan, bir keskin nişancının yaptığıdır. Yaşanılan, 1963 yılında yine Dallas’ta Demokrat Başkan J.F.Kennedy’e sıkılan kurşunlardan farklı değildir, Amerikan toplumunda önce büyük bir alt-üst oluşa, devamında da yeni bir denge arayışına yol açacaktır.
Dünya servetinin yüzde 55’ine sahipliğini sürdürmekte kararlı yüzde 1’in önümüze koyduğu vekalet savaşı dönemi, içinde etnik ve dini ırkçılığı barındırıyor.
Bu, bütün insanlık için büyük tuzaktır. Siyasi otoritenin “şehir devletlerine” kadar daraldığı, parçalanan ve birbirinin boğazına sarılan toplumların küresel denklemde devre dışı bırakıldığı berbat bir dönem...
Uyanık olun!..