ORSAM’ın düzenlediği bir program vesilesiyle bulunduğumuz Tahran’da rejime yakın kimi enstitü başkanları, akademisyenler ve Dışişleri Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkiliyle görüşme imkanı bulduk. Star gazetesinden Mensur Akgün Pazar günkü yazısında İran Türkiye ilişkileri bağlamında Tahran’ın perspektifine dair izlenimlerini paylaştı. Akgün’ün yazısına seçtiği başlık özet mahiyetinde: “Türkiye’nin güvenliği bizim güvenliğimizdir.” Doğru olduğu kadar beylik de bir laf. Çok şey ifade etiği gibi hiçbir şey ifade etmiyor. Evet, Suriye meselesine birbirinin zıttı bir perspektiften baktığımız ortada olmasına rağmen Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasını asla istemiyorlar...
Söz konusu Dışişleri yetkilisi, Suud-İran gerginliğinden sonra İran’ın bölgeden izole olduğu yönündeki bir soruya, Körfez ülkelerini azımsayarak onların İran ile ilişkisini kesmesini çok önemli tutmadıklarını, Türkiye ile ilişkilerinin kopması durumunda ancak böyle bir yorumun yapılabileceği anlamına gelen şeyler söyledi. İran’ın Ankara Büyükelçisinin dün yaptığı açıklama da Türkiye’nin tavrının yüksek düzeyde önemsendiğinin göstergesi.
Bütün bu ihtimamlı sözlerden sonra konu Suriye’de ölen 350 bin insana, Esed’in yaptığı zulme gelince ise kupkuru bir reel politik açıklama şablonu ile karşılaşıyorsunuz. Hemen Suudi Vahabizminin Şiilere yaptığı zulmü, Suudi Arabistan’ın Bahreyn’deki isyanı bastırmasını ve Yemen’deki koalisyon operasyonunu yardıma çağırıyorlar. Hizbullah’ın Suriye’de Esed’in milislerine dönüşmesi, Kasım Süleymani’nin isyanın çok erken bir yerinde Suriye’de Şii milisleri komuta etmesi vs. bütün bunlar için ise “insanileştirilmiş” bir açılama modeli geliştirme ihtiyacı bile hissetmiyorlar.
‘Hizbullah kırmızı çizgimiz’
Suriye’de savaş sonrası için üzerine basa basa söyledikleri şey ise şu: “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız.” Bu açıklamanın resmi söylemin ötesinde bir anlam taşıdığını da düşünebiliriz zira Rusya ile orta ve uzun vadede İran’ın Suriye’deki çıkarlarının örtüşmesi mümkün gözükmüyor. Bu yüzden de “butik bir Nusayri devletinin” İran’dan çok Rusya’nın Akdeniz’deki karakolu-üssü olacağını düşündüklerini öngörmek mümkün.
Hizbullah ise çok açık ve net bir ifade ile İran’ın kırmızı çizgisi. Rusya ittifaklarının da kırılgan noktasını oluşturuyor Hizbullah.
Hizbullah’a yaptıkları yatırımı, Suriye’deki rejimin Hizbullah’a doğrudan temas için vazgeçilmez olduğunu ve sırf bu yüzden 12 İmam Şiası’na göre gulat sayılan Nusayriliği bile hak Şia kolu saydıklarını düşününce Hizbullah’ın İran için ne anlama geldiğini, Esed rejiminde neden bu kadar ısrarcı oldukları anlaşılıyor. İran güvenlik sınırını Hizbullah’la başlatıyor.
İran’ın en zayıf karnını ise züccaciye dükkanına giren fil gibi hareket eden Rusya ile ilişkisini taşıyamayacağı gerçeği. Bir diğer önemli nokta, İslam dünyasından izole olması.
Türkiye ile ilişkilerinin kopmamasıyla kendini avutuyor İran. Oysa Türkiye İran’ın PKK konusunda aldığı pozisyondan çok rahatsız. Üstelik son iki yılın jenerik yalanı olan Türkiye’nin DAEŞ’e yardım ettiği tezviratı İran’ın haber ajanslarında dolaşımda.
İran İslam devriminden sonra Humeyni’nin mezhep taassubunu azaltmaya çalışan girimlerinin Müslüman halklar üzerinde yarattığı sempati ortadan kalkmış durumda. Suudi Vahabizmi ile meşrulaştırılmaya çalıştıkları Şia-Pers reel politiğinin bölgede Şii milisler eliyle yayılmacı bir stratejiye dönüşmesi İran’ın İslam dünyasındaki olumlu algılanışını yerle yeksan etti.
Daha kötüsü; “bunlar fast-food analizler” deyip bu gerçeği değiştirebileceklerini sanıyorlar.
Batı ile yakınlaşırken bölgesinde yalnızlaşması, İran’ın muhasebesini yapması gereken bir konu. Bu durum, zaten vesayet kurumlarıyla ayakta duran İran rejimine ve rejimi savunan katı muhafazakar eğilimlilere karşı hoşnutsuzluğu yaygınlaştırıyor. İran’da normal seçimler olabilse reformistlerin yüzde 80’lerde oy alabileceğini söylüyor insanlar. Ama iki aydan az bir zaman sonra gerçekleşecek olan meclis ve uzmanlar heyeti seçimi için Rehber’in kalite kontrolünden geçebilen insanlar aday olabilecek. Velayet-i fakih rejimi Rehber Hamaney’in firen-gaz dengesiyle yürüyor.
Bölge Müslümanlarının kaderinin iki marjinal sistemin, ‘Vahabizim’ ve ‘Şiaizmin’ mücadelesine terk edilmesi ise en kötü senaryo. Bu yüzden Türkiye’nin rolü çok ama çok önemli.