Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır...”
Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti Meclis Grubu’nda yaptığı konuşmanın içinde yer alan Hz.Ali’ye ait bu söz, devamındaki cümleden bağımsız değerlendirildiğinde “bazı” köşe yazarlarını hedef almış gözükebilir. Ama Başbakan, şöyle devam etti: Biz bölgede kimlerin Suriye’nin katliamlarına destek verdiğine bakmıyoruz. Biz bölgede Suriye’nin katliamlarına kimlerin sessiz ve tepkisiz kaldığına bakmıyoruz. Biz Türkiye’yiz, biz büyük bir ülkeyiz. Biz kendimizden sorumluyuz.”
Sözlerin adresi bellidir. Suriye’deki Müslüman katliamına destek veren İran, Hz.Ali’nin sözleriyle mesajı aldı. Başbakan’ın tarzı, Türkiye’nin, “Şii yayılmacı siyaseti” kullanan İran’a karşı da tepki duyduğunu göstermesi bakımından önemli. Bir “katliamcı”nın yanında yer almak İslam’ın neresinde kendine yer bulabilir, Kum’daki mollalardan sormak gerekiyor.
Geçelim...
Putin’in yeni arayışları...
Türkiye’nin yazarları ve akademisyenlerinin bir bölümünün hala Soğuk Savaş’ın sürdüğünü düşündüklerini “Suriye krizi” sayesinde anlamış bulunuyoruz!.. Yorum ve tartışmalarda gözler Moskova’ya dönük... Oysa, Sovyetler Birliği tarih sahnesinden çekileli 20 yıl oldu ve günümüz Rusya’sı “o devlet değil...” Sovyetler Birliği “ideolojikdevletti” ve uluslararası krizlerde gözünü karartabiliyordu. Ama Rusya, artık kendi çıkarlarının rotasında ilerlemeye çalışan ulusal yapıya sahip. Özellikle Avrupa ve Türkiye ile ekonomik alanda karşılıklı bağımlılık içinde kendi halkının refahını artırmanın, bu arada, “küresel aktör” konumunu korumanın telaşı içinde. Rusya’nın, “akıntıya kürek çekmekte inat ettiği” hallerde kaybedeceği çok “şey” var. Şu ana kadar diplomatik pazarlık gücünü ayakta tutmak için Beşar el-Esed’i desteklemiş olabilir, yarın çıkarları doğrultusunda “U-dönüşü” gerçekleştirir.
Zaten, Putin beklenmedik manevraların peşinde... Önceki gün gerçekleştirdiği İsrail ziyareti bunun en önemli göstergesi. Batı Asya’da (Ortadoğu) Soğuk Savaş dengelerinin sonlandığını en iyi Moskova biliyor. Batı’nın desteğindeki İsrail’in yarattığı fırtınada kendisine bağladığı Saddam Hüseyin, Hafız el-Esed ve Muammer Kaddafi artık yok!.. Son “kalıntı”Beşar el-Esed de gitti, gidiyor.
Rusya, Arap Dünyası’nda kaybettiklerini İsrail üzerinden kazanmanın gayreti içinde. İsrail’e, “Merak etmeyin, İran’ın nükleer programı benim kontrolüm altında ve bu ülke asla nükleer silaha sahip olamayacak” garantisi vermesinin perde arkasında bu yeni denge arayışları var. İran’ı yönetenler, Putin’in İsrail’de sergilediği görüntü karşısında kendilerinin “küresel satrancın sıradan piyonları olduklarını” anlamış olmalılar.
Moskova’nın “sağ” politikası...
Türkiye’nin “sol eğilimli beyinleri”, Moskova’yı, eski alışkanlıkla dünya sistemi içinde “alternatif güç” olarak görmeyi sürdürsünler, ama, gerçek farklı yönde gelişiyor. Putin’in İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e, “Bizim Beşar el-Esed’e karşı hiçbir sorumluluğumuz yok. Fakat, Arap ülkelerindeki yönetim değişikliklerinin sonunun nereye varabileceğini bilmiyor, endişe ediyoruz.” demesi dikkat çekici... Böylece Putin’in, Amerika’daki “aşırı muhafazakar Yahudi lobisi “ ve sağcı Cumhuriyetçi Parti’nin Arap Baharı’na dönük endişelerini paylaştığını öğrenmiş bulunuyoruz!..
NATO’nun kararı önemli...
NATO’nun, “Suriye krizi”nde Türkiye’nin yanında yer almasının asıl mesajı, bu krize müdahil olabilecek “üçüncü ülkelere” karşıdır. Suriye, NATO için hayli küçük bir hedeftir. İttifak, Türkiye ile Suriye’nin baş başa kalması halinde Ankara’nın kendisine ihtiyacı olmayacağını çok iyi biliyor. Destek, “mıntıka temizliğidir” ve özellikle İran ile Rusya’ya, kriz askeri açıdan yükselirse sakın karışma uyarısıdır.
İki “fikirsel hastalık...”
Tedavi etmemiz gereken iki hastalığımız var, dünyaya, kendi ülkemizi tanımadığımızı ilan ediyoruz: 1. Devletimizi, dünya güçlerinin taşeronu olacak ölçüde alçak seviyede görüyoruz. 38 yıl Kıbrıs politikasında dünyaya karşı direnmiş, 1 Mart Tezkeresi’ni meclisinde reddetmiş bir ülke nasıl taşeron olur, ayıptır!..2. Sürekli yalnız olduğumuzu düşünüyor, özellikle müttefiklerimizin zor günümüzde bize sırtlarını döneceklerini savunuyoruz. Hem kendimize, hem de birlikte olduğumuz onurlu uluslara haksızlıktır...NATO açıklaması sonrasında “Türkiye NATO’da yalnız kalacak” manşetlerini savuranlar şimdi ne düşünüyorlar, merak ediyorum.