İran'ın İsrail'e yönelik füze saldırısı, bölgedeki gerilimi yeniden tırmandırırken, bu çatışmanın köklerine inmek ve İsrail'in izlediği politikaların sorgulanması gerektiği açık. İsrail'in yıllardır süregelen işgal politikaları, Filistin topraklarındaki insan hakları ihlalleri ve bölgeyi istikrarsızlaştıran askeri operasyonları, sadece bölgesel barışı tehdit etmekle kalmamış, aynı zamanda küresel güvenliği de tehlikeye atıyor. Öyle ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail'in küresel bir tehdit olduğunu sıkça dile getiriyor.
İsrail, Gazze ve Batı Şeria'da yürüttüğü ağır askeri operasyonlarla sivil halkı hedef almaktan çekinmemiş, uluslararası hukuk çerçevesinde savaş suçu olarak değerlendirilebilecek adımlar attı. Filistin halkının yaşadığı zor koşullar, temel insan haklarından mahrum bırakılmaları ve ekonomik ambargolar, İsrail'in yıllardır süren baskıcı politikalarının bir sonucu. Dünya kamuoyu tarafından defalarca kınanmasına rağmen, İsrail'in bu politikaları değiştirmeye yönelik ciddi bir adım atmaması bir yana, geçtiğimiz hafta belirttiğim gibi Netanyahu, ABD'deki ziyaretinden sonra aldığı destekle savaşın cephesini daha da genişletti ve saldırılarını pekiştirdi. Hatta öyle ki, Kamala Harris ile Trump arasındaki münazarada taraflar, birbirlerini İsrail'e yeterince destek vermemekle suçladılar. Bu da bir nevi ABD'nin İsrail'in etkisi altında olduğunun bir başka göstergesi niteliğinde.
İran, özellikle Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin 2020 yılında ABD tarafından gerçekleştirilen bir hava saldırısında öldürülmesinden bu yana intikam yeminleri ediyordu. Süleymani'nin ölümü, İran'ın bölgesel stratejisinde önemli bir darbe olarak kabul edilirken, Tahran bu kaybın intikamını alacağına dair sık sık sert açıklamalar yapmıştı.
Süleymani'nin öldürülmesinin ardından, İran'ın nükleer programında kritik roller üstlenen bilim insanları da suikastlarla hedef alınmıştı. Özellikle Tahran'da İsrail istihbaratı tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen bu suikastlar, İran'ın nükleer programını sekteye uğratmak için düzenlenen stratejik hamleler olarak değerlendirildi. Bu olaylar, İran'ın iç güvenlik ve istihbarat zaaflarını ortaya koyarken, Tahran'ın İsrail'e karşı daha güçlü bir tepki vereceğine dair beklentileri artırmıştı.
Bunların yanı sıra, İsrail'in Suriye'deki İranlı askeri ve diplomatik misyon temsilcilerine yönelik saldırıları da bu gerilimlerin önemli bir parçası oldu. Suriye iç savaşında Beşar Esad rejimini destekleyen İran, bölgedeki askeri varlığını pekiştirmek amacıyla Suriye topraklarında önemli üsler kurmuştu. Ancak bu üsler, İsrail'in düzenlediği hava saldırılarıyla hedef alındı ve birçok İranlı askeri yetkili hayatını kaybetti. İsrail, bu saldırıların İran'ın Suriye'deki askeri varlığını zayıflatmak amacıyla yapıldığını savunurken, bu durum İran için yeni bir intikam motivasyonu oluşturdu. Suriye'de faaliyet gösteren İranlı misyon temsilcileri, İsrail'in düzenlediği hava saldırıları sonucunda hayatlarını kaybetti. İsrail'in bölgesel sınırları aşan operasyonlarını ve diplomatik dokunulmazlıkları hiçe sayarak uluslararası hukuku ihlal ettiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Son olarak, İran Hamas liderlerinden İsmail Haniye'nin Tahran'da şehit edilmesi ve Lübnan'daki Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın İsrail'in düzenlediği bir saldırıyla öldürülmesi, Tahran'ın tepkisini doruk noktasına çıkardı. Bu suikastlar, İran'ın bölgedeki en güçlü müttefiklerini kaybetmesine neden olurken, aynı zamanda İsrail'e karşı verilen mücadelede ciddi bir stratejik darbe olarak algılandı. Bu durum, İran'ın istihbarat ve güvenlik zaaflarını da gözler önüne serdi. Bu olaylar, İran içinde bir güven bunalımı yaratırken, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın, İsrail ile mücadele için görevlendirilen bazı kişilerin İsrail ajanı olduğunu iddia etmesi, bu güvenlik açığının boyutlarını daha da ortaya koydu.
Ahmedinejad'ın bu iddiaları, İran'ın iç politikası ve güvenlik stratejileri üzerinde derin etkiler yarattı. Daha da önemlisi, eski Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin şüpheli ölümü de hâlâ çözülemeyen bir gizem olarak kalmaya devam ediyor. Bu durum, İran'daki siyasi ve istihbarat yapılarına dair pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor.
İran'ın İsrail'e karşı verdiği bu sert tepki, hem kendi içinde yaşadığı istihbarat zaaflarını örtme çabası olarak hem de bölgedeki stratejik dengeleri değiştirme girişimi olarak okunabilir. İran'ın bu saldırılarına karşı İsrail'in nasıl bir yanıt vereceği ise bölgedeki savaşın seyrini belirleyecek en kritik gelişmelerden biri olacak. Bölgesel bir savaşın genişlemesi ve diğer ülkelerin bu çatışmaya nasıl dahil olacağı ise tüm dünya tarafından yakından izleniyor.
ABD'de 5 Kasım başkanlık seçimlerine kadar İsrail, ABD'yi İran ile savaşa çekmeye çalışacak, ancak ABD içindeki realistler savaşın büyümesine karşı çıkıyor. Neoconlar ise İran'a yönelik askeri saldırılar için çabalarını sürdürüyor. Ayrıca, İran'ın dini rejimi üzerinden uluslararası ötekileştirme ve halk ayaklanması teşvik ediliyor. İran'ın İsrail'e yönelik daha büyük çaplı saldırılar düzenleme olasılığı bölgedeki gerilimi tırmandırabilir ve ABD'nin savaşa dahil olmasına neden olabilir. Bu durumda Rusya ve Çin, İran'a daha da yakınlaşarak hegemonya mücadelesini hızlandıracak.