Tüm dünya iki gündür İran'ın İsrail'e yönelik saldırısını konuşuyor. Muhtelif başlıklar var, en çok üzerinde durulan bu saldırının genişleyen bir savaşa yol açıp açmayacağı. Üçüncü dünya savaşının halihazırda cereyan ediyor olduğunu düşünenler için bu sadece yeni cepheler demek. Zaten yeterince kaotik olan bölgemizin tümden içine çökmesiyle sonuçlanacak, belki de yepyeni bir vasatın oluşması için bir milat olacak...
Bunları söylerken hiçbir rasyonel dayanağımız yok, çünkü İsrail'in bölgedeki varlığı, yıkıcı gücü, ABD'nin İsrail'e koşulsuz desteği falan... tüm bunlar reel politikle dahi açıklayamadığımız sertlikte ve öngörülemezlikte. Çünkü kıyameti çağıran bir irrasyonaliteyle destekleniyor.
Dolayısıyla ne ABD'nin İsrail'e desteğini ABD çıkarlarıyla tevil edebiliyorsunuz ne İran'ın pozisyonunu ne Arap ülkelerinin vurdumduymazlığını...
Ortada sadece Filistin halkının işgal mantığıyla, gayrimeşru şekilde kurulmuş olan bir terör devleti tarafından her gün yok edildiği ve vatansız bırakıldığı çıplak gerçeği var.
***Altı ayı aşkındır devam eden Gazze saldırıları boyunca İsrail'i hiçbir güç durduramadı. Ne Uluslararası Adalet Divanı'nda kabul edilen soykırım davası ne kamuoyunun soykırımı durdurun çağrıları ne BM Güvenlik Konseyi'nin konuyla ilgili son toplantısında ABD'nin dahi İsrail'e açık destek pozisyonundan çekimser pozisyona geçmesi ne Yemen'in kendi cürmünce İsrail'in çarkına çomak sokma girişimleri ne Türkiye ve Katar'ın kalıcı ateşkes için uğraşması....
Tüm bunlar İsrail'i durduramasa da Netanyahu üzerinde ciddi bir baskı oluşturdu.
***1 Nisan'da İsrail'in Şam'daki İran Başkonsolosluğu'na yaptığı saldırıya 14 gün sonra İran'ın verdiği karşılığa bir de bu yönüyle bakalım.
Zira misilleme olarak nitelendirilen İran saldırısı İsrail'in Gazze kıyımıyla da ilişkilendiriliyor.
Yüzde 85'i Sünni olan İslam dünyası içinde yüzde 15'li Şii nüfusu temsil eden İran'ı Gazze'ye yeterince destek olmadığı için eleştirecek değilim. Ama yaptığı ya da yapmadığı şeylerle Filistin'in hamisi pozisyonunda algılanmasının İran rejiminin yarattığı bir algı olmanın ötesinde anlam taşımadığını bilmek gerekir.
Zira yüzde 70'i çocuk ve kadınlardan oluşan 33 bin insan, tarihin gördüğü en büyük katliamla öldürülmüşken İran'ı harekete geçiren şey Şam'daki Başkonsolosluk binasına İsrail'in saldırması oldu.
Meseleyi bu somut gerçeği gölgelemeden konuşmakta fayda var.
***İran'ın İsrail'e yönelik misillemesinin mahiyeti ve muhtemel sonuçları da dikkate değer.
İran'ın Suriye rejimi ve Lübnan Hizbullah'ı ile olan ilişkisi malum. İsrail'e karşı bugüne kadar Suriye ve Hizbullah'ı destekleyerek pozisyon aldı. İlk kez doğrudan kendi topraklarından çıkışlı bir şekilde saldırıda bulunduğu söyleniyor. Acaba bu İran'ın ciddiyetini, kararlılığını falan mı gösteriyor dersiniz?
170 adet İHA ve SİHA 30 adet seyir füzesi, 120 de balistik füze fırlatmış İRAN.
İlk elden misilleme için pahalı bir yol seçtiğini söyleyebiliriz. Peki buna değmiş olabilir mi?
Öyle anlaşılıyor ki bu kadar uzak yoldan kalkan bu kadar sayıda savaş ekipmanı 7 yaşında bir çocuğun yaralanmasına yol açmış. Keşke o da olmasaymış. Yapılan açıklamalara göre SİHA ve füzelerin yüzde 99'u yolda etkisiz hale getirilmiş. Çoğu da henüz Suriye ve Irak sınırında ABD ve İngiltere tarafından...
İran'dan kalkan füze ve SİHA'ları vurmak için kumanda başında bekleyenlerin can sıkıntısından geyik çevirmiş olmaları muhtemel.
***Buna İran'ın BM Daimi Temsilciliğinden henüz saldırılar sürerken yapılan "İsrail karşılık vermezse bir daha vurmayacağız" açıklamasını ekleyelim ve öyle dinlenmeye bırakalım; İran'ın neredeyse Gazze'nin kurtuluşuna hamledilen bu atraksiyonunu!
İran'ın saldırısının ilk elden yarattığı etki şöyle;
Netanyahu'ya manevra alanı açtı.
Gazze'ye yönelen dikkati İran İsrail gerilimine taşındı.
İran rejimi ve destekçileri biraz alkış aldı.
Şimdilik hepsi bu...
Yani konunun Gazze halkının uğradığı katliamla pek bir alakası yok gibi.