ABD ordusu Irak’tan çekildiğinden beri, ülke daha büyük bir karmaşaya ve mezhepsel şiddetin yükselişine sahne oldu. İşgalden yaklaşık on yıl sonra, ABD Irak’ı kaderine terk etti. Sonuçları ise Irak ile sınırlı değil.
Amerika’nın bölgeye vaat ettiği modern, demokratik, birleşik ülke modeli vücut bulamadı. 160 politikacı geçen hafta imzaladıkları bir mektupta, Saddam Hüseyin’inkine rakip olabilecek kişisel, otokratik bir güç zemini oluşturan Başbakan Nuri el Maliki’ye güven duymadıklarını belirtti.
Saddam gibi el Maliki de güvenlik güçlerinin kontrolünü eline geçirdi; güç paylaşımı için üç ana bloğu (Sünni, Şii ve Kürt) temsil eden üç ayrı güvenlik bakanlığı kurulmuş olsa da hepsinin başında kendisi var.
Güç paylaşımını temin etmesi gereken, dikkatle yapılandırılmış hükümet içi mezhepsel denge de, Şii Maliki tarafından sabote edildi. Geçen Aralık’ta tanklar, hepsi Sünni olan Başkan yardımcısı Tarık el Haşimi, Başbakan yardımcısı Salih el Mutlak ve maliye bakanı Rafi el İssavi’ye gözdağı verip mevkilerinden etmek için evlerinin etrafını sardı. Teröristlikle suçlanan Haşimi Türkiye’ye kaçtı.
Yolsuzluk da diz boyu. 2012’de Transparency International, Irak’ı yolsuzlukta dünyanın sekizinci ülkesi seçti. Bununla savaşmak için Maliki ‘paravan’ şirketlerle milyonlarca dolarlık ihaleler kazanan yetkililer yerine, bir avuç çalışanına 100’er dolar ikramiye veren seçim komisyonu başkanına karşı soruşturma başlattı.
Yeni rejim, Irak halkının bir arada yaşamasını engellemek için siyasi sürece sekte vurdu ve her türlü engeli koydu. Irak’ın Saddam Hüseyin’in acımasız diktası zamanındakinden daha kötü durumda olduğu söylenebilir.
***
İşgalden önce Irak’ta El Kaide yoktu. Bin Ladin ve Saddam birbirlerinden nefret ediyorlardı. Şimdi ise ülke, 2006’daki son şiddet dalgasından beri görülmeyen düzeyde intihar saldırısı, bombalama ve çatışma ile İslami militanlığın yatağı haline geldi.
Bu yılın en kanlı ayı olan Haziran, Irak İslam Devleti (IİD) şemsiyesi altında gücünü yeniden kazanmış El Kaide’nin varlığını kanıtlıyor. Grup geniş bir kontrole ve yıkıcı bir operasyon kapasitesine sahip olduğunu gösterdi. Geçen çarşamba, ülkenin dört bir yanında koordineli bir saldırı zinciri gerçekleşti: 42 bombalama, 18 ev yapımı patlayıcı, 18 araba bombası ve 6 silahlı saldırı, çeşitli kentlerde Şiiler’i ve güvenlik güçlerini vurdu. Sadece Haziran’da ölü sayısı 150’yi aştı. IİD bu vahşetin sorumluluğunu üstlendi.
ABD işgalinden önce Iraklı Şii ve Sünni Müslümanlar uyum içinde yaşıyorlardı. Şimdi ise ülke El Kaide/IİD gibi Selefi Cihad grupları tarafından kışkırtılan mezhepsel bir çatışmaya teslim olmuş durumda.
ABD birliklerinin yokluğunda, Irak güvenlik güçleri isyanı bastıramıyor. Bu da El Kaide ve bağlantılı grupların Suriye ile 400 kilometrelik geçirgen bir sınıra sahip bir ülkede üs kurmalarına imkan veriyor. Suriye benzer bir mezhep savaşına girerken Iraklı mücahitler de kendilerine has intihar saldırılarıyla savaşa dahil oldu.
Ayrıca, Suriye’deki rejim karşıtlarına Suudi Arabistan, Katar ve diğer Körfez ülkelerinden, Türk yetkililer ile koordineli biçimde hafif ve ağır silah akışı artıyor. Bu silahların bazıları eninde sonunda Suriye’de savaşan Selefi Cihadçılar aracılığıyla IİD’nin eline geçiyor.
Maliki hükümeti, Irak’ın mezhepsel şiddet ve kaosa sürüklenişinde en büyük sorumluluğa sahip.
2006/2007 yıllarında ABD, “Uyanış” kampanyasıyla çok sayıda Sünni aşiret üyesini El Kaide’ye karşı kışkırtmayı başarmış ve 80 binine ayda 300 dolar vererek “Irak’ın Evlatları” milislerine katmıştı. El Kaide’ye karşı geçici olarak üstünlük sağlayan ABD, Maliki’ye bu savaşçıları resmi askeri ve güvenlik güçlerine katmasını tavsiye etti. Bunun yerine Maliki çoğunu işten çıkardı ve hatta bazı liderlerine terör soruşturması başlattı. Şimdi bunların çoğu tekrar isyana katıldı.
Irak’ın dağılmasından tek fayda sağlayan Kürtler oldu. Bağdat’daki iktidar yapıcıların Irak’ta sahip oldukları yarı özerk bölge, petrol zengini, görece dengeli ve birleşmiş durumda. Bir ülkeye sahip olmayan en büyük millet olan 30 milyon Kürt; Irak, İran, Türk ve Suriye siyasi kontrolü altında bölünmüş bir bölgede yaşıyor. Irak’taki Kürtler bölgede eşi görülmemiş dengesizliğin yarattığı fırsatı kullanıp Kuzeydoğu’da bağımsız bir devlet kurmazlarsa, bu şaşırtıcı olur.
Bu arada, büyük bir tarihi ironi ile Amerika’nın bölgedeki baş düşmanı İran, Maliki ve sürgün yıllarını Ayetullahçılar’la birlikte geçirmiş dostları sayesinde Irak üzerindeki kontrolünü pekiştiriyor.
Suriye iç savaşa yaklaştıkça, bölgeyi kapsayan bir mezhep çatışması gittikçe olası görünüyor. Dünyanın süper güçleri, İran liderliğindeki Şii bloku (Rusya ve Çin) veya Türkiye ve Suudi Arabistan destekli Sünni bloku (Batı) ile işbirliği içine girerken, ABD kendisini 2003’te “özgürleştirmek” için geldiği insanlara karşı dolaylı bir savaşın içinde bulabilir.