Polis, “El Kaide iki gün önce burada iki adamımızı öldürdü. Sonra operasyonlarının ismini söylemek için bizi aradılar; hem de polis telsizinden!” dedi. Polisin tüm yabancıların bir eşlikçi almasını talep ettiği, yeniden inşa edilmiş Felluce’de duruyorduk. Biri kayak maskesi takmış altı kişi vardı. Daha sonra polis albayı şöyle dedi: “El Kaide hala burada, şehirde gezmem gerektiğinden bana sorun çıkarıyorlar. Fakat eskiden oldukları gibi değiller.”
Kısa süre önce yeniden inşa edilmiş olan eski ABD donanma üssündeydik; bahçede tozlar uçuşuyordu ve bazı kum torbaları açılmıştı.
Bağdat yolu boyunca, eski Amerikan üsleri dağılmış görünüyordu ve kimi beton blast duvarlar çökmüştü. Bir imparatorluk orayı terk etmiş gibiydi; Romalılar gittikten sonraki İngiltere’ye benziyordu.
***
Tabii ki Irak’ın sorunları var. Başkan yardımcısı Tarık el Haşimi, Bağdat’tan Irak Kürdistan’ına kaçmış, sonra Katar’a ve oradan Suudi Arabistan’a uçmuş, Körfez’i turluyordu. Onu ölüm mangaları idare etmekle suçlayan Başbakan Nuri el-Maliki hükümetinin öfkesinden kaçıyordu. El Haşimi, bir Bağdat hapishanesinde üç adamının öldürülene dek işkence gördüğünü iddia ederken, el Maliki yönetimi sadece birinin, tıbbi sebeplerden öldüğünü söylüyor.
Bu hoş bir hikaye değil. Merkez hükümeti, Kürtler’in başkenti Erbil’deki havaalanı yetkililerini bile, El Haşimi’nin Katar’a uçmasına izin verdikleri için cezalandırmak istiyor. İngiltere bir cumhuriyet değil; fakat bu biraz Cameron’un Clegg’e hain demesine, Clegg’in İskoçya’ya kaçmasına ve Cameron’un, Edinburgh havaalanının onun İrlanda’ya uçmasına izin vermemesi gerektiğini iddia etmesine benziyor. Bir hükümet yetkilisi “Irak hukuku tektir ve Kürdistan dahil olmak üzere, herkes için geçerlidir” açıklaması yaptı.
Fakat öyle değil. Irak Kürdistan’ı, kendi bayrağı ve diliyle neredeyse ayrı bir devlet; gerçi en azından hala Irak plakaları var. Erbil’e giden otoyol boyunca, Irak polisi ve ordu kontrol noktaları var; bazı polisler parlak yeşil-sarı Chevroletler’le geziyorlar ve heyecanlı, korkmuş ABD askerlerinin bir intihar bombacısı olma ihtimalinize karşı size tüfeklerini doğrulttukları eski kontrol noktalarında olduğundan daha arkadaş canlısılar. Genellikle güvensiz kabul edilen, 40 millik bir alan var; cümleyi kurabildiğiniz yere kadar, burası El Kaide arazisi ve sonra Kürdistan’a giriyorsunuz. Erbil dışında, gümrük ambarlarına benzeyen büyük bir gümrük istasyonu var. Evet, saldıracak başka Amerikan düşman kalmayınca, eski Sünni “direnişi” İran’ı düşman ilan etmiş olsa da Irak çok daha güvenli. Belki de.
25 yaşında bir tıp doktoru olan Dr. Lubna Naji ile yoldayım. Kafasını sallıyor. “Gerçek bir vatan yok artık. Arkadaşlarımla konuşuyorum, çoğu doktor ve hepsi Irak’tan gitmekten bahsediyorlar. Hepsi dışarıya gitmeyi hayal ediyor. Çünkü ev ait olduğunuz, istendiğiniz yerdir. Bize ait olan bir şeyin duygusunu yitirdik, memleketimizin. Iraklılar olarak ulusal kimliğimizi yitirdik.”
Bunu sık sık duyuyorsunuz. Bağdat’ta size hükümetin yüzsüzce mezhepçi ve yolsuz olduğunu söylüyorlar. Saad Tahir Hüseyin amacı olan bir gazeteci. “Bana kalırsa ben burada, ayaktaki bir ağaç gibi ölmeyi tercih ederim. Eriyip kaybolmayı değil.” Karışık benzetmesine gülüyorum ve elini sallıyor. “Eski ve yeni nesiller arasındaki fark bu.” Birlikte o kadar çok kontrol noktasından geçiyoruz ki adeta başımız dönüyor. Erbil’e varana dek 13 farklı kamuflaj üniforması saydım. Bağdat çevresinde siyah giyenler, El Maliki’nin Şii el Dava Partisi’nden. Al Havaya kentinde bana tüm polislerin milis olduğu söylendi. Öyleyse bırakın yasalara uysunlar. Polislerin aylık maaşı 300 pound, subayların ise 500 pound. Irak’ta bu, hayatınızı riske atmaya değer.
Peki ya karanlık? Mezhep savaşının, kaçırma ve çocuk cinayetlerinin kara günlerinde Irak’ta neler oldu? Dr. Naji irkiliyor. “Dördüncü sınıfta tıp öğrencisiyken, Morg’un yanındaki adli tıp enstitüsündeydim ve gördüklerimize inanamazsınız. Bir cesedin geldiğini hatırlıyorum. Kafası kesilmişti ve biri onun yerine bir köpek kafası dikmişti. Kim böyle bir şey yapmış olabilir, hayal edebiliyor musunuz? Çok iyi dikilmemişti.” Adam köpeğe dönüştü. Bu Safevi veya Moğollar’ın yapacağı türde bir şey. Hala, 2005-7 arası Irak’ının psikolojisi üzerine bir çalışma yapılması gerekiyor.
Bağımsızlık bir sorun değilmiş gibi, Bağdat hükümeti Kürtler’in İranlılar’a yasadışı olarak petrol sattıklarını ve hükümete milyarlarca dolar kaybettirdiklerini iddia ediyor. Saddam’ın işkencecilerinin kurbanlarından olan Başbakan yardımcısı Hüseyin Şahristani -geçmişin acılarını çok çabuk unutsak da Iraklılar unutmuyorlar- miktarın bütçede açık yaratacak kadar büyük olduğunu söylüyor.
Geçen Ekim’de üst düzey bir Afgan yetkilisi, ülkesinin Kürt petrolü aldığını itiraf etti. Bu, bir petrol tankerinin kat etmesi için oldukça uzun bir yol. Fakat hükümetin Kürtler’in boynuna geçirebilecek tek bir ilmeği var. Kürdistan’ın güvenlik güçleri Peşmergeler’in maaşlarını ödüyorlar. Iraklı bir Kürt bana Erbil’de şöyle dedi: “Eğer maaşları kesilirse, liderlerimize sadık kalmazlar. Burada konuşma özgürlüğü ve gösteriler hakkında, kendi sorunlarımız var ve kendi ülkemize sahip olmaktan bahsetmeden önce, bu meseleleri çözmeliyiz. Herneyse, şimdi Türkiye bizim başlıca ticari ortağımız. Kürdistan için özgürlük talep edersek, ne derler?” Hayal edilebilir.