Irak’ın 20 Mart 2003 tarihinde ABD tarafından işgaliyle Irak’ta devlet yapısı çöktü ve muazzam bir iktidar ve güvenlik boşluğu doğdu. İşgal sonrası ortaya çıkan iktidar boşluğu hem Irak’ın iç siyasi dengelerini hem de bölgesel dinamikleri derinden sarstı. Önce Irak’ı kuşatan etnik ve mezhepçi çatışma süreci bütün bölgeyi etkilemeye başladı. Irak bir taraftan siyasi birliğini korumaya diğer yandan da işgalin sosyo-ekonomik maliyetleriyle baş etmeye çalışıyor. Son 25 yıl içerisinde üç savaş ve ambargo yaşayan Irak, uzun yıllar boyunca siyasi ve ekonomik restorasyonla uğraşacaktır. Irak’ın siyasi ve ekonomik olarak yeniden yapılanması sadece kendi iç sorunu değildir.
1921’de İngiltere’nin önce Bağdat ve Basra vilayetleriyle, beş yıl sonra da Musul’u katarak kurduğu Irak’ın modern tarihi, çatışmalar ve savaşlarla doludur. Sadece son otuz yıl içerisinde Irak’ta Saddam dönemi, savaş ve ambargolar nedeniyle ölen insan sayısının üç milyona yakın olduğu tahmin edilmektedir. Irak, Ortadoğu’da suni sınırların yarattığı sorunların en acı şekilde tecrübe edildiği ülkelerin başında gelmektedir. Tampon bir “dondurulmuş çatışma” alanı olarak da değerlendirilen Irak, Amerikan işgaliyle yeni bir döneme girmiştir. Adeta işgalle birlikte hem Irak’ta hem de Ortadoğu’da pandoranın kutusu açılmış oldu. Irak’ta Saddam diktatörlüğüne Amerikan işgaliyle son verilirken, “Şii siyasi açlığı” diyebileceğimiz yeni bölgesel olgu harekete geçti.
Siyasi bütünlüğü çok kanlı bir şekilde bozulan Irak çok ağır bir fatura ile karşı karşıya kaldı. Hem oluşan güç boşluğunun yarattığı kaosun hem de iktidar açlığı içerisindeki grupların çatışmasının bedelini Irak halkı çok ağır bir şekilde ödemek zorunda kaldı. Bu kaos ortamı içerisinde büyüyen direnişçi gruplar ile Amerikan işgal güçleri arasındaki çatışma zamanla gruplar arası hesaplaşmaya doğru evrilmeye başladı. Bir iç savaşı andıran çatışmalarda on binlerce Iraklı hayatını kaybetti.
Bugün Irak’ta karşı karşıya olduğumuz manzaranın arkaplanı unutularak yapılan değerlendirmelerin sağlıklı sonuçlar vermesi düşünülemez. Irak son 35 yılını Saddam diktatörlüğünden Amerikan işgaline oradan da etnik ve mezhebi kaosa sürüklenerek yaşadı. Bugün I. Dünya Savaşı düzeninin icat ettiği her unsur gibi Irak da krizini yaşıyor. Musul’da yaşananlar, son beş yıl boyunca türeyen farklı örgütler, bu örgütlerin Amerikan işgali ve Şii aktörlerle olan çarpık ünsiyetlerini var eden ortamın bizatihi kendisi sorgulanmalıdır. Irak işgalinin ve Maliki yönetiminin var ettiği IŞİD kelimenin tam anlamıyla “misyoner bir kurtarıcı” olarak zuhur etti. Bölgede I. Dünya Düzeni’ni nihayete erdirme ihtimali olan her gelişmenin karşısına provokatör veya devrim karşıtı bir hareket olarak çıktı.
Suriye isyanını kirleten hatta muhaliflere karşı zaman zaman Esed’in en önemli kozu, Batı’nın da en önemli mazereti haline gelen; Irak’ta etnik ve mezhepçi fay hattını hayata geçirmek için Maliki’nin politikalarına meşruiyet zemini hazırlayan bir aktör oldu. Türkiye’nin Musul konsolosluğuna yaptığı saldırının özel bir anlamı olması güçlü bir ihtimal değil. Aksine Maliki’nin pasif bir şekilde bütün Musul’u IŞİD’e teslim ettiği bir durumda, konsolosluğun da hedefe konmasında şaşılacak bir durum yok. Kürt petrolü akmaya başladığı anda böyle bir gelişmenin yaşanması elbette bir tesadüf değil.
Türkiye Irak işgalinin başından beri Irak’ta bölgenin en pozitif aktörü oldu. Irak’ın geçiş sürecini tamamlaması için en yoğun mesai harcayan ülke konumunda oldu. Irak içerisindeki Sunni arapların ve Türkmenlerin büyük bir kısmı Türkiye’ye çok bir anlam yüklüyorlar. Bu duruma son birkaç yılda Kürdistan yönetimi de eklenince Irak’ın bir düzene kavuşmasında ve kaderindeki en önemli aktörlerin başında Türkiye gelmeye başladı. Türkiye’nin bu imtihandan geçmesi gerekiyor.