DOHA- Adaletsizliğin, eşitsizliğin ve zulmün bu ölçüde hakim olduğu bir “dünya düzeninde”(!) birilerinin çıkıp, mazlumun yanında yer alması gerekiyor. “Siyaset”ten söz etmiyorum, benim işim, insanlıkla...
Dünyaya hakim “medya imparatorlarının”, zulmü ancak işlerine geldiğinde, yani, “stratejik önem arz eden” bir ülkeyi karıştırmak için “mazlumdan yana görünmeyi tercih ettiklerinde” manşetlerine veya haber bültenlerinin birinci sırasına taşıdıkları bir dönem yaşıyoruz.
İsrail Mavi Marmara’da 9 masum, silahsız ve sadece demokratik anlayışla direnme hakkını kullanan insanı öldürdüğünde sessiz kalmayı tercih eden bir garip “vicdan”dan söz ediyorum...
Gazze’deki ablukayı, Guantanamo cehennemini, öldürülen Müslüman’ın yüzüne işeyen Amerikan askerini, 65 yıldır sürgünde olan Filistinliyi, Irak’ta öldürülen ve öldürülmeye devam eden yüz binlerce insanı, hatta Avrupa’nın göbeğindeki etnik temizlik çabalarını veya seri katil ırkçıları unutturmaya çalışan bir “medya sistemi”bu...
Çaresiz, sığınacak damı olmayan, sürgün edilen, işkenceler altında inleyen, buhran geçiren bir askerin katliamıyla bile karşılaşan, kısacası, küresel dünya sisteminde “insan yerine konmayan”insanları görmezlikten gelen bir sistem...
Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın, 13’üncü Birleşmiş Milletler ticaret ve Kalkınma Zirvesi’nin yapıldığı Doha’daki konuşmasında söylediklerini bu nedenle sevdim: “Fok balıklarını, nesli tükenmekte olan balinaları, yağmur ormanlarını kendisine dert edinen küresel vicdanın Kabil’de, Gazze’de Mogadişu’da, Bağdat’ta, Hama ve Humus’ta ölen çocukları da görmesi duyması ve bu acıyı hissetmesinin kaçınılmaz bir sorumluluk haline gelmiştir.”
Metnin yazımında katkısı olan diplomata sordum, “Biz teknik bir metin veririz, sayın başbakan bu cümleyi kendisi eklemiş”dedi...
Dünyanın “zengin” kanadında yaşayanlar için Humus’ta öldürülen o çocuk, fok balıklarından önemli mi?.. Adına “medya” dediğimiz “küresel egemenlerin sesi”,Gazze, Mogadişu veya Bağdat’taki insanları nasıl görüyor?..
Kabul edelim: Ötekine saygısı olmayan bir çağın kanlı görüntülerinin içinde yaşıyoruz...
Belgeselciler çok önemli...
Al Jazeera’nın 8’inci Belgesel Festivali’nde gösterilen filmler, “Batı”nın körleşmiş vicdanına açık bir meydan okumaydı!..
“Zengin”lerin görmedikleri, daha doğrusu görmek istemedikleri, bu nedenle de göstermediklerini insanlığın ortak vicdanına hediye eden harika öyküler izledik Doha’da...
Festivalin açılış filmi, Filistinli yönetmen Khali el Muzayen’in imzasını taşıyan “The Gaza Monologues” (Gazze Monologları)’ydı... Film, İsrail’in, 2008-2009 döneminde Gazze’ye gerçekleştirdiği vahşi saldırılardan etkilenen Filistinli çocukların yaşadığı ağır travmayı ve bu travmadan bir tiyatro oyunu sahneleyerek (ki monologlarını her biri kendi yazıyor ve savaşa dönük düşüncelerini seyircişye paylaşıyorlar)nasıl kurtulduklarını anlatıyor...
8-16 yaş arası çocuklar bunlar... Hepimizin çocukları gibi yaşamak istiyorlar... Şiddet daha yaşamlarının başlangıcında vuruyor onları...
Filmin ortalarında onların o cıvıl cıvıl olması gereken yaşamlarına damgasını vuran ağır ruh halinigördükçe ve anlattıklarını izledikçe göz yaşlarıma hakim olamadım... İki evlat sahibi olarak, kendimi bir anda onların babalarının yerine koydum...
Bakıyorum, dünya medyasında o çocuklardan bir tek satır, bir tek kare görüntü yok... Ama, “belgeselci” susmuyor!..
Tarihe tanıklık...
Biz haberciler, tarihin tanıklarıyız, bu bir gerçek...
Ama tarihi yazmak işi, belli ki “mazlum ulusların” belgeselcilerinin elinde artık... Asya, Batı Asya (Ortadoğu), Afrika... Bu coğrafyalarda kamera, “zulmün” görüntülerini aktarıyor bizlere... Yayıncılık serüvenim beni habercilikten belgesel yapım ve yönetmenliğine taşırken bu “cesur yürek” meslektaşlar ile buluşmak ayrı bir keyifti... Onlar ile konuşurken, 24’teki OLAY YERİ’nde yaptığımız Somali, Mavi Marmara, son olarak Suriye- Filistin çalışmalarının ne kadar yerinde ve doğru çalışmalar olduğunu bir kez daha gördüm...
Afrikalı... Asyalı... Latin Amerikalı dostlar ile omuz omuza “zulmü belgelemek”için kolları sıvamak yeni bir başlangıç kuşkusuz...
Kimbilir... Ortaya çıkan eserler, “Batı”nın körelmiş vicdanının bir yerlerinden iki teli etkiler, oralardan bir yerlerden de ses alırız...