Kafamda onlarca konu var, tarihi, dinî, sosyolojik, siyasal, güncel meselelere dair. Aciliyeti olan var olmayan var. Yazmamı bekliyorlar.
Yazının başına oturdum. Dünyaya, bölgeye, ülkeme dair kurtarıcı, parlak fikirlerimi satırlara dökmek için. Zihnimde geçit resminde akıp giden çığır açıcı kelimeleri yakalamak için beynimin kıvrımlarında pusuya yatmış, bekliyorum klavyenin başında. Başımda tarihin akışını değiştirmenin bir tuş kadar uzağındaymışım yelleri esiyor.
Sosyal medyanın akışında gördüğüm o resim yüzüme çarpana kadar. Allak bullak etti bütün benliğimi. Sözlerin ahenkli, görkemli, heybetli, disiplinli düzeni bozuldu. Fikirlerin resmigeçit töreni kesiliverdi. Simsiyah bir perde indi tarihin tozpembe akışına. Kelimeler utandı sonra, kuytulara sindi. Boncuk boncuk utanç terleri aktı beynimin sıfatından. Aklım mahcubiyet perdesini çekti yüzüne. Orta dünyayı aratmayan nefessiz bırakıcı Babil kulesi boyutlarında bir kaos çöküverdi göğsümün tam ortasına. Kızıl kızıl kavrulan yazlarda donakaldım.
Bir kadın ve kızı Tunus çöllerinde kumlara kızgın kızgın uzanmış yatıyor. Yaz yazabiliyorsan, dedim. Hadi satırlara dök, derin analizleri, yüksek stratejileri, çığır açıcı saptamaları... Kelime avcısı cengâver, hadi, durma!..
İnsanlık... Zavallı insanlık... İki büklüm insanlık... Sistematik olarak Tiranlara, Zorbalara, Zalimlere, düzmece tanrılara taptırılan... Kullara kul olması için eğim eğim bükülen, eğitilen, geleneklerinden, köklerinden koparılan yorgun, bitkin, bezgin, bitap insanlık... Her sabah doymak nedir bilmeyen sahte tanrılara dilim dilim kurban edilen... İliklerine kadar lokma lokma yutulan... Her Allah'ın günü Ceberutlara kulluk yemini ettirilen... Boynu zincirli, beyni kelepçeli, ruhu bilekçeli, iradesine tel örgü çekilmiş, çağdaşlığın muasır tutsağı insanlık. Sürüngenlerin kafesinde çile çeken biçare...
Özgürlüğüne sınır biçilen insanlık. Özgürlük diye kıpkızıl seraplara savrulan. Ceset ceset denizleri boğan. Medeniyet kıyılarında itilen, kakılan, postal postal başı ezilen. Aklı muğber, ruhu bulanık, beyni medeniyet meftunu, kalbi çağdaşlık diye atan, Samiri'nin putunu andıran teknoloji ile kamaşmış zihinlerin sahiline cansız bedeni vuran. Onuru, kişiliği, haysiyeti çiğnenen insanlık... Tek övgüye layık rabbini aradığı için ateş dolu çukurlara atılan. Kurtarıcı diye katillerinin eteklerine sarılmak zorunda bırakılan.
İnsanlık, tarihin hiçbir döneminde bugünkü gibi bir zulme duçar olmadı. Tarihin hiçbir döneminde düzmece tanrılar bugünkü gibi sofistike, bugünkü gibi gelişmiş, bugünkü gibi komplike, bugünkü gibi mücehhez musallat olmamıştı insanlığa. İnsanlık, tarihin hiçbir döneminde bugünkü gibi çaresiz, güçsüz, kimsesiz, donanımsız... Ali'siz, Tarık'sız, Selahaddin'siz, Fatih'siz... yakalanmamıştı Tiranlara.
İnsanlık, tarihin hiçbir döneminde elinin altındaki tevhidi özgürlükten, adaletten, merhametten bu kadar uzak kalmamıştı. Resimdeki kadının ve kızının bir karış kalmışken can verdikleri çölün serabındaki gerçek gölge kadar yakınken.
Elinin altındaki ilahi tevhit, adalet, özgürlük manifestosuna dokunmasına bir karış kalmışken engellenen insanlık. En büyük, en medeni, en evrensel düzmece tanrının, şöhret boyasıyla parlatıp tenekeden yaftaları andıran unvanlara boğduğu yerel mabet bekçisi olarak atadığı din adamı kılıklı küçük putların her gün geleneğine, kişiliğine, tarihine, kimliğine, hürriyet membaı dinine, hadisine, fıkhına, kelamına, kurbanına, iftarına... suikast düzenlediği. Küçük putları darmadağın edecek ve baltayı en büyük suçlu diye en büyük putun boynuna asacak tevhidi adalet ve özgürlüğün timsali İbrahim'den yoksun insanlık.
Kurtuluşa ulaştıracak denizin kıyısında Firavun oğullarının ordusuna Musa'sız yakalanan insanlık. "Rabbim! Bizi kurtaracak birilerini gönder" diye şirkin, zulmün, cahiliyenin baskısı altında feryat eden, inim inim inleyen çocukları, kadınları ve yaşlılarıyla Muhammed'siz bırakılan çaresiz, kimsesiz, zavallı, iki büklüm insanlık. Sınırların gerisinde değerleri, sınırların berisinde değerlerin kaynağı ateşe verilen.
Dünyaya ağıt yakmak için gelmiş acıların dili Kürtçe ile insanlığa "wah û heywah" desem sezadır.