İnsan insan olduğu sürece, ihtiyatlı olmak gerek. Nietzsche, felsefi denemesi İnsanca, Pek İnsanca’da insanoğlunun din, felsefe, kültür ve inanışların üstünde ve ötesindeki bir takım özelliklerini sıralar. Bunların arasında aşırı büyümüş bir ego, güce duyulan iştah, toplu halde yaşama, gösteriş, sosyal rol üstlenme vs vardır: İnsanların yanılsamalar yaratıp kendilerine yalan söyledikleri ve kendilerini ve başkalarını aldattıkları, asla sona ermeyen bir insanlık komedyası. Sıradan insanın bundan fazlası olmadığını iddia eder Nietzsche; sadece olağanüstü sanatçı bu durumun üstüne çıkabilir. Konfüçyüsçü, Hindu ve Budist ruhani gelenekleri ve üç tek tanrılı dinin yöntemleriyle, Antik Yunan’dan Kant’ın objektif aklına kadar ahlak felsefecileri de insanlığın üzüntü verici durumunun böyle olduğunu doğrular. Başlıca tek fark, sıradan kadın ve erkeğin, bu durumun üstesinden gelebilmek için gereken entelektüel ve ahlaki kapasiteye sahip oldukları iddialarıdır. İnsanoğlu gölgededir; eğer tam anlamıyla varoluş ve ışığa ulaşmak istiyorsa, eğitimin, bireysel ve kollektif vicdanın karşı gücünün peşine düşmeli ve eleştirel zihni üstünde hakimiyet kurmalıdır. İnsanoğlu; insanlığa, diğer bireylere, ailesine, inanç topluluklarının diğer üyelerine ve diğer vatandaşlara olumlu ve yapıcı bir dikkat göstermelidir. Yalnız veya bir topluluk içinde olmaları açısından farklıdırlar; bir azınlıkta veya bir çoğunlukta, iktidarda veya muhalefette oluşlarına göre farklıdırlar. Kurbanları ve cellatları farklıdır.
***
Kur’an’ın son ayetleri bu ışıkta bakıldığında endişe verici: Işığın ve ahlaki ufkun açığa çıkmasıyla, Kur’an’ın insanoğlundan korunması için tekrarlanan çağrı, toplumlarımızın sırrını ortaya çıkarıyor. Tanrı ile veya Tanrısız, yalnız veya bir toplum içinde, zulüm eden veya mazlum olarak, insanca, pek insanca kalıyoruz. Tehlikeli derecede insanca.
Tarih, harekete geçirdiği insanların aleyhine dönmüş veya özgürleştirmeyi iddia ettiği insanlara karşı aynı dışlama ve korku mantığını üretmiş olan; özgürlük, adalet, mağdurun ve mazlumun kurtarılması ideolojileriyle doludur. Hiçbir uygarlık; siyasi felsefe, din çelişkileri, fırsatçılık, alt üst edilen, yağmalanan, kullanılan umutlar üzerinde bir tekel iddia edemez. Kapitalizmin liberal ve finansal yanılsamalarına, sosyalizm ve komünizmin eşitlik ve adalet vaatlerine, İslamcılar’ın ahlaki ideallerine başvuruldu ve bunların boş oldukları ortaya çıktı... İstisnasız hepsinin ellerine kan bulaşmış. Büyük kapitalist demokrasiler kendi çıkarlarını koruyor ve “uygarlaştırma misyonları” adına ölüm ve diktatörlük saçıyor. Sosyalist ve komünist direniş adalet adına, Vietnam’da olduğu gibi ve sıkça tekrar eden biçimde sömürüyor, öldürüyor, işkence yapıyor. Dün infaz edilen kurbanlar böyle bir statü iddiasında bulunarak, İsrail ve dünyadaki diğer birçok halk ve etnik grup gibi, günümüzün zulmedenleri haline geliyor. İslami barış ve adalet vaadeden Müslüman liderler, kendilerini devrimci ilan edenler, Selefi köktenciler veya şiddet kullanan radikaller; iktidar kavgalarının, egolarının ve kendine hizmet eden yorumların çatışmaları arasında sıkışıp kalıyor. Sonuç baskı, aklın ölümü ve rakiplerin ortadan kaldırılması oluyor.
Acımasız gerçeklikler; acı gerçekler. Ortadoğu ve Afrika’daki ayaklanmaların serbest hale gelmesinden ve evrensel bilinçten bahsederken ve demokrasi veya serbest pazar ve liberal ekonomi ideolojilerinin ortak değerleri hepimize zorla benimsetilmişken, her zamankinden daha da dikkatli olmalıyız. Batı’da dün diktatörleri destekleyenler, bugün aynı çıkar mantığıyla halkı destekliyorlar. Dün halkı destekleyenler, daha sonra Suriye’de ve petrol monarşilerinde olduğu gibi, karanlık çıkarlar ve hesaplar adına diktatörleri destekleyebilirler.
Kitlesel hareketler, duygular ve ortak yanılsamalar, güvenilmez danışmanlardır. Kalabalık kendini kaybedebilir, kollektif şekilde körleşebilir, körleştirilebilir ve tehlikeli derecede cahil hale gelip kolayca kullanılabilir. Dünya karmaşık bir yer ve medyanın temsili, iletişim ve yorum gücü, duyguları ve yanılsamaları büyük ölçüde kuvvetlendirebilir. Anında ve kitlesel iletişim, kitlesel saflığın anasıdır. Umutlarımızı yitirmeli miyiz? Umut var mı? Fakat umutları yitirmek tehlikelidir çünkü o zaman yanlış umut beslenir. O zaman nasıl güvenilir bir umut bulabiliriz?
Kendimizle, komşularımızla ve toplumlarla ilişkili olarak; karşı güçler, manevi, entelektüel, toplumsal, siyasi, kültürel ve ekonomik direniş alanları yaratmalıyız. Gerçek eleştirel bilinç tam olarak bu temel gereksinimle başlar: Kendi egosunun kontrolden çıkmasını, din veya mücadele kardeşlerinin olası ihanetlerini önceden engellemeyi amaçlayan bir karşı güç etiği. Gücün aşırısına direnen, fakat azınlıklar, baskı altındakiler ve kurbanlar arasında bulunan örtük zulmü teşhiste tereddüt etmeyecek bir karşı güç. Karşı güç etiği, ahlaki bir karşı güçe gereksinim duyar. Her şeyin ötesine geçen özgürlük, itibar ve adalet ilkeleri adına, insanlığın insaniyeti, asla ödün vermeyen ve seçici olmayan bir ahlaki yargılamaya tabi tutulmalı. Böylesi bir tavır, bizim insan toplumundan veya sosyal veya siyasi bağlılıklardan kaçmamız anlamına gelmez. Aksine insanoğlunun kaderinin ve tüm insanca niteliklerinin ışığında gücü, karşı güç ve kurallar olmadan kötüye kullanacaklara vermek sözkonusu olamaz. Güce karşı, talepkar ve azimli, ne kendi kardeşlerine ne de düşmanlarına ödün vermeyecek bir direnç ve karşı güç aynası tutmalıyız. Son tahlilde bu farkındalık; mazlumun, fakirin, kadının, dışlananın, güç çemberlerinde neredeyse hiç değere sahip olmayanın, kendi tarihlerinin özneleri olarak ortaya çıktıkları ve tarihsel değişimin motoruna dönüştükleri, adil ve mantıklı amaçların beşiğidir. Karşı gücün gücü, sadece vicdanın başka bir ismi, inancın eş anlamlısıdır.
*Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.