Öncelikle, farklılıklara karşı savaş açıldı. Kadın-Erkek, Yaşlı-Genç, Zengin-Yoksul, Eğitimli-Eğitimsiz, Kuzey-Güney, Batı-Doğu gibi kavramlar sürekli birbiriyle sürtüşme, kapışma ve çatışma içindeki halleriyle tabir edildiler, toplumun nazarına uyumsuzlukları üzerinden öne sürüldüler. Şayet bu ikilemler, farklılıklar olmasaydı, daha selim, daha çatışmasız, daha sükûnetli bir dünya kurulacağını var saydılar... Ardından "trans' yani geçiş dönemini açtılar. Sınırları kaldırmak, hazları sınırsız olarak tadımlayabilme, hatta doyumsuzluğun sırrına vakıf olmak için, her yolu denemekteler. Farklılıklar törpüleniyor, törpüleniyor...
Stefan Zweig daha 1925 yılında bunu sezinlemiş olsa gerek ki: "Dış dünyadaki yaşam biçimleri gün geçtikçe tekdüze hale geliyor, her şey tek tip bir kültürel şema üzerinde düzenleniyor. Halkların özgün gelenekleri yıpranıyor, giyim kuşam tek tipe evriliyor, adetler ve töreler ise küreselleşiyor... Dış dünyadaki yaşam biçimlerinin tekdüzeliği hiç bir zaman son yıllarda olduğu kadar hızlı ve pervasızca olmamıştı... Bu durum çağımızın en yakıcı ve belirleyici olgusudur...' diyordu... Modern zamanların farklılıklara, tanım, kural ve kavramlara dayalı algı dünyasından, modern sonrası zamanların, belirsizliklere, geçişliliklere, tanımsızlıklara, "hem öyle hem böyle'liklere dayalı algı dünyasına geçtik...
Artık; insan-hayvan-makine arasındaki sınırlar kaldırılma aşamasında...
Google'a, ''insan'' yazdığınızda, 0,49 saniye içinde 219.000.000 milyon sonuç çıkıyor. İlk sıradaki bilgi ise, Anatomi uzmanı Alice Roberts ile ilgili. Hatasız, kusursuz, yeni bir Alice maketi yapmak üzere, Londra'daki Bilim Müzesi Dış İlişkiler Direktörü Roger Highfield tarafından görevlendirilmiş. "Alice 2.0' adı verilen bu maketin, omurga yapısı daha sağlam olması için şempanzelerden, bacakları kireçlenmeye uğramaması ve daha dayanıklı olması için tavus kuşundan, kalbi, kalp krizleri açısından daha dayanıklı olduğu için köpeklerden, daha rahat doğum için gerekli uzuvları kangurudan, daha güçlü bir solunum sistemi için kuşlardan, daha iyi görebilmek için gözleri de ahtapot ve baykuşlardan, daha iyi işitebilmek için kulağı kedilerden, derisi ise kurbağalardan alınarak üretilmiş...
Ortaya tüyler ürpertici bir insan maketi çıkartılmış. Müzede sergilenen bu insan maketini yüzlerce insan ziyarete gelmiş... Asrımızın ideal insanı bu...
Belki bizler için şimdilik bir bilim kurgu alıştırması gibi duran bu deneyim, küresel en büyük sözlüğün "insan' sorgusuna verdiği ilk sıradaki cevap...
Kendimizden mutsuzuz... Çünkü çok kolay hastalanabiliyor, çok kolay yoruluyor, soğukta üşüyor, sıcakta terliyor, yemek yemeyince aç kalıyor, susuzluğa sabredemiyor, yıllar içinde yaşlanıyor, yürümekte, koşmakta, görmekte zorluk çekiyoruz... Yani insanız, kusurluyuz, eksiğiz... En fenası ölümlüyüz. Yahu ölüm var! Hz. Adem ile Hz. Havva'nın tüm teolojilerde ortak olarak anlatılan menkıbelerinde, onları cennetten çıkartan şeytanın vaadi: "Sonsuzluğun sırrı'dır... Şeytan, şayet yasak meyveyi yiyecek olurlarsa, onlar sonsuzluğun bilgisini vereceğini söyleyerek kandırır onları...
Asrımızın kusursuz insan üretme takıntısının bu kadim menkıbeyle çok ilgisi var... Biz ilk anne ve babamızın izinden gelenler, binlerce yılın ardından hala, sonsuzluğun, ölümsüzlüğün derdindeyiz.
Yeryüzünü esir alan pandemi aracılığıyla tecrübe ettiğimiz zayıflık, güçsüzlük, dayanıksızlık bizleri başka bir şeyde eşitledi; almak zorunda olduğumuz sağlık güvenliği tedbirleri (yasaklar), kullanmak zorunda olduğumuz aşı ve ilaçlar, daldığımız sanal ortamlar (eğitimden, sanat, medya ve alışverişe değin, şimdiye kadar dışarıda yaptığımız her şeyi kapatıldığımız evlerimizde yaptık) yeni ve çok güçlü bir küreselliği getirdi... Aslında getirmedi, dayattı...
İnsandan hoşnutsuz olanlar, onu yetersiz hatta çoğu zaman kaotik bulanlar, yeni bir insan kurmak istiyorlar. Bir kısmıyla hayvan, bir kısmıyla makine olan yeni bir türün oluşturulması için insan ilkin de-konstrüksiyona tabi tutuluyor. Yapı bozumla parçalanan insan varlığı, yeniden dizayn edilme çabası içinde...
Sadece insandan dolayı huzursuz değil bu patronlar. Sebzeleri, meyveleri, buğdayı, pirinci, danayı, kuzuyu, ördeği, tavuğu da değiştirmek (daha verimli hale getirmek adına dönüştürmek) ile uğraşıyorlar. Şimdilerde sıkça duymaya başladığımız "yapay et" faciası da bu bozgunculuğun ticarileşmiş tezahürü... Tüylerim diken diken oldu haberdar olunca... Her şeyin organik olanını tüketelim, sade yaşayalım, sade yiyelim derken, birden "yapay et' furyasını patlatmanın anlamı ne olabilir?
Ayette; '...Yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çabalayan insanlar vardır. Allah bozguncuları sevmez...' diyor... İnsanın kıyameti bu, kendi kendini imhası. Ne feci!