Benim dedem öğretmendi. Tabii ben onu ‘emekli öğretmen Ragıp Bey’ olarak tanıdım. Ragıp Bey, atalarının Konya Karaman’dan Selanik’e gittiğini, kendisinin de okumak için 1910’da İstanbul’a geldiğini, 1923-24 mübadelesi ile de tüm ailenin Selanik’ten Trakya’ya göçtüğünü anlatırdı.
Dedem, Trakya’da öğretmenlik yapar, sonra İstanbul-Beşiktaş’a gelir ve Akaretlere yerleşir. Yazları, yani tam bu zamanlar, babam beni Akaretler’deki eve getirir ve öğretmen olan dedeme teslim ederdi. Ve benim için tatil değil okul yeniden başlardı. Dedemle özellikle tarih derslerini uygulamalı olarak yapardık. Bize çok yakın olduğu için Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nden başlayıp ya Topkapı’da ya da Arkeoloji Müzesi’nde günü bitirirdik. Cuma günlerini de camilerde geçirirdik. Ama Beşiktaş’ta o kadar cami varken, her cuma, Cuma namazı için neden motora binip Üsküdar’a gittiğimizi hiç anlamadım. Dedem şehir vapurlarına değil, Beşiktaş-Üsküdar arasında çalışan küçük ve tehlikeli motorlara binmeyi severdi. Bir gün dönerken motorda bana, ‘çok iyi oldu çocuğum çok iyi oldu, şu İnönü Stadyumu’nun ismini, Menderes, Mithatpaşa yaptı. Ama orada hem Bizans hem de Osmanlı var, bunun için, tarihin üstünü örtmek için İnönü, o stadı İtalyanları çağırıp yaptırdı, bunu unutma’dedi. Dedem, o yıllarda ‘Son Havadis’ okur ve CHP’ye kızardı. Ben bu kızgınlığını yıllar sonra daha iyi anlayacaktım. Ragıp Bey’in yaşadıklarının ve çektiklerinin verdiği kızgınlıkla söylediği ve ‘bunu unutma’ diye bitirdiği cümleleri ünlüydü.
‘27 Mayıs, bayram değildir, bunu unutma!’ ‘Osmanlı zamanında herkes yerinde, yurdunda rahattı, bunu unutma! ‘O yıllarda, Türkçe’ye çevirmeye çalıştığı Kuran’ın yok sayıldığını bunun da unutulmaması gerektiğini her fırsatta söylerdi.
Evet, dedem haklıydı, İnönü Stadyumu, Dolmabahçe Sarayı’nın, has ahırlarının bulunduğu araziye yapılır. Yani Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesine... Şimdi soruyorum hangi millet, atalarının evi olan tarihi ve eşsiz bir sarayın bahçesine futbol stadyumu yapmıştır.
Projenin başlangıcı 1939’a dayanıyor. Temel 1939’da atılır. Ancak araya 2. Dünya Savaşı girince stad, İnönü adıyla, 1947’de açılır. Hiç şüphesiz İnönü Stadyumu, tek parti yönetiminin, geçmişi, tarihi yok etme projelerinden birisiydi.
Dedem, 1983’te inşaatına başlanan Gökkafes’i, 1987’de, yine Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesine yapılan Swiss Oteli göremedi. Bunları da görseydi kahrından ölürdü herhalde. Swiss Otel’in tanıtım sayfasına girin şu yazıyor: ‘Bir zamanlar Osmanlı sultanlarına ev sahipliği yapmış Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinin üzerinde kurulan otelimiz...’ Nasıl bir cüret değil mi? Ayrıca, 1983’de cunta döneminde inşaatına başlanan Gökkafes’in arazisi üzerinde 2. Abdülhamit’in ‘üzerinde yapılaşmaya gidilemez’ şerhi bulunuyordu. Ama kim takar Abdülhamit’i değil mi; sildik o tarihi, yok sayıyoruz, değil mi?
Tek parti ve cunta eliyle yok edilen tarih
Dikkat ediyor musunuz, İnönü Stadyumu, Gökkafes, Swiss Otel bütün bu tarihi yağmalayan yapılar tek parti döneminde ve hemen ‘80 sonrası cunta döneminde ‘kotarılmış.’ Bu bile tek başına çok şey anlatır, ama anlayana.
Şimdi Kadıköy’den Beşiktaş vapuruna binin, Beşiktaş’a yaklaşırken başınızı kaldırıp o dünyanın en güzel vadisine bakın, yani Dolmabahçe Sarayı’nın arka bahçelerine... Faşist cuntanın izin verdiği otelleri, tek parti diktatörlüğünün yaptığı faşist mimari bozması stadyumu göreceksiniz. Şimdi o stadyum yıkılıp daha büyüğü yapılacakmış, bu katliamdır. Bu yapılanlara mum dikmektir. Ben Beşiktaşlıyım, orada büyüdüm. Oraya BJK müzesi ve parkı yapılsın, binlerce yıllık tarihin, Bizans’ın, Osmanlı’nın üzerine bir kez daha beton dökmeyin. Gerçek Beşiktaşlılar beni destekleyecektir.
Tekrar ediyorum bana bir örnek gösterin, atalarının yaşadığı, öldüğü, tarihin yazıldığı, insanlığın mimari harikası olan saraylarının bahçesine otel, futbol stadyumu yapıp tarihini, geçmişini katleden bir tek millet var mıdır?