Göç karşıtlığı ve popülist siyaset, dünya genelinde giderek artan bir şekilde sadece söylem düzeyinde kalmayıp, fiziksel saldırılar ve ölümlerle sonuçlanan ciddi olaylara dönüşüyor. Özellikle Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da bu tür olaylar endişe verici bir boyuta ulaşmış durumda.
Son olarak İngiltere'de meydana gelen göç karşıtı protestolar ve bu protestoların ardından yaşanan ölümler, bu tehlikeli eğilimin en somut örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. İngiltere'nin kuzeybatısındaki Southport kasabasında bir dans atölyesine düzenlenen bıçaklı saldırıda üç kız çocuğunun öldürülmesinin ardından ülkede başlayan "sığınmacı ve göçmen karşıtı" protestolar günlerdir devam etti. Şüphelinin İngiltere'ye tekneyle gelen bir sığınmacı olduğu yönünde sahte haberler internette hızla yayıldı. Gerçek adı Stephen Yaxley-Lennon olan Robinson, Southport'taki bıçaklamalarda Müslümanların rolü olduğu yönündeki uydurma ve kışkırtıcı iddiaları destekledi. Yıllardır İngiliz Müslümanlar hakkında yalanlar söylendi, iftiralar atıldı, şeytanlaştırıldı ve birbiri ardına gelen ahlaki paniğe maruz kaldılar.
Ardından, İngiltere'nin bazı bölgelerinde aşırı sağcı protestolar ve şiddet eylemleri patlak verdi. Sığınmacı karşıtı gösteriler ülkeyi kasıp kavururken, çok sayıda işyeri kepenk kapattı. İngiltere Başbakanı Keir Starmer, olayları "aşırı sağcı haydutluk" olarak nitelendirdi ve şiddet olaylarına karışanların "yasaların tüm gücüyle karşı karşıya kalacağı" uyarısında bulundu.
Bir zamanlar marjinal görülen aşırı sağ gruplar ve mensupları, günümüzde daha cesur bir şekilde kamuya açık alanlarda eylemler yapabiliyor, dükkanları yağmalayabiliyor veya göçmen kökenlilere yönelik fiziksel saldırılar gerçekleştirebiliyor. Hatırlanacağı üzere, İngiltere'nin Knowsley kentinde, Şubat 2023'te mültecilerin kaldığı bir otele düzenlenen saldırı, bu tür eylemlerin ne denli tehlikeli bir hal aldığını gözler önüne seriyor. Almanya'da Hanau kentinde 2020 yılında bir ırkçı teröristin, göçmen kökenli 9 kişiyi hedef alarak gerçekleştirdiği silahlı saldırı, Avrupa'da artan yabancı düşmanlığının ne kadar ölümcül olabileceğini gösteriyor.
2016 yılında İşçi Partisi Milletvekili Jo Cox, Brexit referandumu öncesinde aşırı sağcı bir militan tarafından öldürülmüştü. Aynı yıl, Londra'daki Finsbury Park Camii yakınlarında Darren Osborne adlı bir kişi, bir minibüsü Müslüman bir kalabalığın üzerine sürerek bir kişinin ölümüne ve birkaç kişinin yaralanmasına neden olmuştu. Brexit referandumunun ardından nefret suçlarında %29 oranında artış yaşanmış, özellikle Polonya kökenlilere yönelik saldırılar artmıştı. İtalya'da 2018 yılında Macerata kentinde bir aşırı sağ militanın göçmenlere ateş açması, Fransa'da Calais bölgesinde göçmen kamplarına düzenlenen saldırılar ve Macaristan'da mültecilerin barınma merkezlerine yönelik düzenlenen şiddet eylemleri, bu tür olayların sadece birkaç örneğidir.
Kamusal alan, geçmiş yıllardan bir hayli farklı; kamunun kontrol edemediği sosyal medya ağları toplumsal ayrıştırmayı derinleştiriyor. Yalan haberin ve dezenformasyonun yayılma hızı, gerçek bilgiye göre iki kat daha fazla. Öyle ki, Avrupa Komisyonu Üyesi Thierry Breton, Elon Musk'a X platformunda yayımlanan içeriklere yönelik uyarıda bulunuyor. Breton, Dijital Hizmetler Yasası'na (DSA) uygun hareket edilmesi gerektiğini ve şiddet, nefret söylemi ve dezenformasyonun yayılmasını önlemek için gerekli tedbirlerin alınmasını talep etti.
Bir yandan ifade özgürlüğü, bilgiye erişim, medya özgürlüğü ve çoğulculuğun etkin bir şekilde korunması sağlanmaya çalışılırken, diğer yandan da tüm uygun ve etkili azaltma önlemlerinin, zararlı içeriklerin yayılmasını engellemek için yerinde olması gerektiği tartışılıyor.
Bu olaylar, sadece bireysel nefret suçları olarak kalmıyor, aynı zamanda bu tür saldırıların ardından gelen siyasi söylemler ve medya tarafından desteklenen göçmen karşıtı retorik, toplumdaki bölünmeyi daha da derinleştiriyor. Popülist liderlerin, göçmenleri hedef alan kışkırtıcı söylemleri, bu tür saldırıların normalleşmesine ve artmasına zemin hazırlıyor. Özellikle son yıllarda Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın yükselişi ve bu partilerin göçmen karşıtı politikalarının kamuoyunda kabul görmesi, bu tehlikeli eğilimi daha da besliyor.
Toplumsal nefret ve saldırılar bir günde gelişmiyor. Siyasetçiler ve bürokratlar, Müslümanlar hakkında yalanlar söylediler ve onları şeytanlaştırdılar; zaman içerisinde bu durum korkunç şiddeti kaçınılmaz kıldı. Müslümanlara yönelik bu nefret, aşırı sağ tarafından daha sık kullanılan resmi dilin etkisiyle "radikalize" edildi. Bu nefreti körükleyenler arasında başbakanlar ve içişleri bakanları da dahil olmak üzere Muhafazakar Parti de yer aldı. Aynı şekilde, ana akım medya da bu yıkıcı rolde etkili oldu.