Dany’nin artık klasikleşen penaltı krizleri yüzünden, G.Saray’ın başı yeniden büyük derde giriyordu. Neyse ki, Muslera muhteşem kurtardı. Martinez penaltı atışını kullanırken, ilginç bir şey oldu... İngilizler bizimkilerle birlikte, Portekizlileri yuhaladı... İngilizlerin Türklere karşı sempati besleyeceğine hiç ihtimal vermezdim. Meğerse varmış (Ya da daha doğru bir ifadeyle) yeni başlamış olmalı.
Bunun nedenini anlamak o kadar zor değildi. Çünkü Drogba, Ada’da hala çok seviliyor. Ona ve Eboue’ye duyulan büyük sempatiden biz de nasibimiz aldık. G.Saray’ın her atağında İngilizlerin heyecanlandığını görmek, gerçekten çok hoş bir sürpriz oldu.
***
Ama ne yazık ki, G.Saray bu ilgiye karşılık verecek bir futbol isteği içinde değildi. Porto da aynı kayıtsızlık içindeydi. Bu yüzden maçın ilk 15 dakikası, beterin beteri bir temposuzluk içindeydi. Ama seyircinin G.Saray’a ilgisi, Porto’ya tepkisi; iki takımı da maça çekti... Oyun gene çok kaliteli olmasa da, belli bir olgunluğa ulaştı.
Ancak Amrabat, Drogba-Sneijder ikilisini fena sinirlendiriyordu. Arzu dolu çabaları vardı ama, çok kişisel oynuyor; takım bütünlüğünü bozuyordu. Pas vereceği yerde gereksiz şutlar atması, sakin Drogba’nın bile sinirlerini bozdu.
Bu arada Dany, penaltı yaptırması dışında başka hatalara da yönelmiş; savunmayı zora sokuyordu. Bereket versin, sonradan toparlandı. Muslera’nın da iyi gününde olması, G.Saray’ın erken dağılmasını önledi. Hatta Drogba’nın tribünleri ayağa kaldıran muhteşem şutu, (Kaleci zorlukla çelmese) takımını daha ilk yarıda öne bile geçirebilirdi.
***
G.Saray ikinci yarıya takım oyununu toparlamış, ataklarına güç ve bilinç eklemiş bir dirilikte çıktı. Hem tehlikeli hem estetik sokuluşlar yaptı ve Porto’yu baskısı altında tuttu. Bu baskı penaltıyı getirdi, fakat buna ikram demek daha doğru olur. Karar yanlış ama, galibiyet adil. Tebrikler...