Londra esnafı dertli, İngilizler genel anlamda hayattan bezmişler. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk ne hale gelmiş! Duyduklarım karşısında afalladım.
Hyde Park’ın içinde amaçsızca koştuktan sonra bir ağacın altına çöküp ağladım.
Londra’ya gelen birine “İngilizleri tarif et” desen “Yarısı çekik gözlü yarısı zenci” der. Çünkü durum bu. Londra’da İngiliz bulmak çok zor. Sanırım zamanında çoğu dünyayı ele geçirmeye gittiğinden burada pek azı kalmış. Öte yandan azınlıkta olmalarına rağmen dillerini rahatça konuşabiliyorlar.
İngiltere hükümetinin şu anda yapması gereken bir mübadele hareketi. Dünyanın çeşitli yerlerindeki İngilizleri buradaki diğer milletlerle değiştirirlerse asıl o zaman İngiltere güçlü bir ülke olacaktır. Bizim bu şekilde nasıl başarıya ulaştığımızı görmüyorlar mı?
Bu yolculuk sayesinde hayatımda ilk defa turist oldum. Ama bana sanki onlar turistmiş gibi geldi. Her an “Sultanahmet nerede?” diye soracak gibiydiler. Bir türlü turistliği tam anlamıyla benimseyemedim. Yine de girdiğim süpermarket ve dükkanlarda turistim diye beni kazıklamaya çalışmasınlar düşüncesiyle bir şişe su alırken bile kıyasıya pazarlık yapmayı ihmal etmedim. Bu pazarlıkların bir kısmı dükkan sahibiyle kavgaya kadar vardı. Anladım ki Londra esnafı dertli, patlamaya hazır bomba gibiler.
500 YILLIK SÜPER GÜCE BAK!
İngilizleri ise genel anlamda biraz durgun gördüm, böyle hayattan bezmiş isteksiz bir halleri vardı. Herkes sessiz sedasız işinde gücünde, koşuşturmaca yok, telaş yok... Hyde Park’ta bir bankta güneşin batışını seyreden yaşlı amcaya bunun sebebini sordum. “Evlat” dedi, “Biliyorsun biz İngilizler yaklaşık 500 yıl dünyada süper güçtük. Üzerinde güneş batmayan imparatorluğu kurduk. Dikkatini çekerim güneş batmayan diyorum. Yani güneş batmıyor. Burada batar gibi oluyor ama bir bakıyorsun hop Avustralya’da doğuvermiş. Orası da bizim. Güneş batmaması mümkün mü? Değil. Ama batmıyor işte... Anlatabiliyor muyum, batmıyor...”
Biraz yaşlı olduğu için aynı şeyleri tekrarlamasına göz yumdum. Devam etti: “Şimdi o imparatorluğu kurduktan sonra insanın üstüne ister istemez bir rehavet çöküyor, amaçsız kalıyorsun, zirveyi görmüşsün çünkü. Başka tatlar aramaya başlıyorsun. Benim pek çok yakın arkadaşım bu şekilde eşcinsel oldu. Ben de meyilliyim ama son zamanlarda sudoku oynayarak kendimi meşgul ediyorum. O da sıktıktan sonra tahminen bir-iki ay zarfında ben de gey olurum.”
Ağzım açık bir şekilde İngiliz amcayı dinliyordum. Afallamıştım, böyle bir medeniyetin sonu bu olmamalıydı. Aniden amcanın yanından kalkıp Hyde Park’ın içinde bir süre amaçsızca koştuktan sonra bir ağacın altına çöküp ağladım.
TRAFİKTE MEKSİKA DALGASI OLDU
Londra’da dikkatimi çeken bir başka husus da herkesin adeta koyun gibi bütün kurallara uyması oldu. İngiliz milletini çok fena sindirmişler, böyle her kurala uyan sünepe insan olmuşlar. Üzerinde güneş batmayan imparatorluk ne hale gelmiş! Kırmızı ışık yanıyor, illa bekliyor ki yeşil yansın. Yav araç gelmiyor işte, geçsene.
Ben dayanamadım geçtim, baktım benim arkamdan birkaç kişi daha, sonra bir Meksika dalgası, bir kelebek etkisi yarattı bu. Herkes karşıya geçmeye başladı. “İşte bu! Yeter artık zincirlerinizi kırın, siz bireysiniz, özgürsünüz” dedim. “Free will” dedim.
Bir hareketlilik, bir farkındalık yarattığımı düşünüyorum. Bir milletin bu kadar sindirilmiş olmasına tahammül edemezdim.
Maalesef Londra’da bir de üzücü olay yaşadım. Trafik ışıklarının olmadığı bir yolda karşıdan karşıya geçecektim, tam adımımı attım, baktım bir araba geliyor hemen geri çekildim. Bu araç birden yavaşladı ve durdu. “Bir sorun mu var birader?” dedim. Tuhaf tuhaf baktı. “Ne var?” şeklinde kafa işareti yaptım. Eliyle “Buyurun geçin” anlamında yolu gösterdi. İyice işkillendim. Gey midir nedir anlamadım, niye yol veriyor şimdi bu diye düşündüm? “Geçmiyorum lan” şeklinde bir hareket yaptım (dört parmak birleşik dik bir şekilde hızla havaya kaldırmak). “Geçerken beni mi dikizleyecen şerefsiz!” dedim içimden. Kafasını iki yana sallayıp gaza bastı ve gitti. Yaptığı hiç hoş değildi.
HAFTAYA: LONDRA’DAN SON İZLENİMLER. twitter.com/beyinsiz_adam