Cinayet masası detektifi değilim, “olay yeri incelemesi” yapmam mümkün değil. Hep söylediğim gibi, “komplo teorileri”nden uzak duran bir düşünce sistemim var, bir cinayetin üzerinden senaryolar üretmeye gücüm yetmez. Gazeteci, salt “açık gerçeklerve açıklamalar” ile ilgili insandır, bu nedenle, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande ve BDP Genel Başkanı Demirtaş’ın “farklı görünen” ama bir yönüyle baktığınızda birbirini tamamlayan açıklamalarına takıldım kaldım.
Hollande, Paris’te kaynağı -şimdilik- meçhul bir infaza kurban giden 3 tanınmış PKK temsilcisinin ölümünden sonra yaptığı açıklamada şunları söyledi: Onlardan birini tanıyordum, düzenli olarak bizlerle görüşmeye gelirdi.
Meselenin “bam teli” bu açıklama. Avrupa Konseyi, tüm Avrupa Birliği üyesi ülkeleri uymaya zorunlu kılan bir kararla PKK’yı terörist kuruluş ilan etti. Bir Avrupa Birliği üyesi ülke olarak Fransa’nın, hem de “cumhurbaşkanı” düzeyinde bu karara uymadığı, PKK ile “devlet zemininde doğrudan ilişki içinde olduğu” bu açıklamadan anlaşılıyor.
Demirtaş ise, konuya net yaklaştı:Kimse bize ‘Fransız istihbaratının bilgisi dışında bu olay olmuştur’ demesin.
Manzara açıktır ve yaşanılan kanlı trajedide Fransa’nın yüksek pay sahibi olduğu kesindir.
Umarım MİT, “Sabancı suikastı” sanığı, Belçika’nın koruması altındaki FehriyeErdal örneğinden yola çıkarak, bu infazdaki “Avrupalı istihbarat birimlerinin muhtemel parmak izlerini” ortaya çıkarır.
Barış, kimi telaşlandırdı?..
Türk devletinin, Abdullah Öcalan’ı muhatap alarak geliştirdiği barış süreci, ne, bu ülkede yaşayan Türk ve Kürtler’i, ne de, davaları için samimi duygular ile siyaset yapan Türk ve Kürt politikacıları telaşlandırır.
Asıl telaşlanacak olan, PKK’yı yıllardır, kendi küresel stratejileri doğrultusunda kullanan “diğer devletlerdir...”
Bu nedenle, “yılların birikmiş sırlarını beraberlerinde götürme durumunda olan” insanlara dönük benzer saldırılara hazırlıklı olmalıyız.
Eğer siz, “müttefik” kabul ettiğiniz veya aynı coğrafyada sınırdaş olarak yaşadığınız bir devlete karşı bir terör örgütünü kullandıysanız, o devletin geliştirdiği “barış siyaseti” sonucunda bütün sırlarınızın ortaya döküleceği telaşına da kapılırsınız.
Karşımızdaki cephe...
Türkiye’nin “Kürt sorununu” demokratik devlet yapısı içinde çözmesini istemeyen bir “uluslararası koalisyon” ile karşı karşıyayız. Böyle bir sorunun varlığı, geçtiğimiz 30 yıl içinde ABD ve İsrail’e, Türkiye’deki manevra alanlarını genişletme olanağı sağladı. Benzer şekilde, Avrupalı güçlerin, Irak-Suriye coğrafyasında geliştirdikleri “böl-yönet” stratejisine zemin yarattı. Rusya ve İran ise, kanlı senaryoda elde ettikleri kartları sonuna kadar kullanma şansını yakaladılar.
Bunlar benim “masa başı analizlerim” değil, Öcalan’ın sorgulamaları ve İmralı’da verdiği ifadelerden edindiğim bilgiler. PKK kurucusunu, bir Avrupa Birliği üyesi olan komşumuz Yunanistan’ın Nairobi Büyükelçilik binasında bulduk, Şam’dan ayrıldıktan sonra uğradığı Rusya veya diğer Avrupa ülkeleri kendisini bize teslim etmediler!..
Türk-Kürt birlikteliği...
“Emperyalist” ve “hegamonyacı” bu kadar çok gücün harmanlandığı bir senaryoda, Türkler ve Kürtler, “ateşten günlerden” birlikte geçiyorlar. Ya, bu berbat senaryonun kurbanları olmayı sürdürecekler, ya da, geleceklerini tıpkı 20’nci yüzyılın başında olduğu gibi onurlarıyla birlikte kuracaklar.
Şu anda ikinci seçeneğe çok yakın bir noktadayız ve çevremizdeki “telaş” bundan kaynaklanıyor.
İmralı’dan sızan bilgiler, Öcalan’ın, Kürt hareketini “maşa” olarak kullanmaya alışmış emperyalistlere “kazık atmaya” hazırlandığını gösteriyor. Türk devleti ise, “Kürt kartı” denilen kavramı, çok riskli bir süreçte tarihin tozlu raflarına kaldırmak için büyük bir çaba gösteriyor.
Beni “saf” bulursanız, gönül koymam...
“Demokratik Türkiye”nin Ortadoğu halklarını birbirine düşüren emperyalizme karşı en büyük engel olduğuna inanıyorum.
Kimbilir... Belki de dünyanın yeni bir “Anadolu İhtilali”ne ihtiyacı vardır...