Bağdat'taki Amerikan Elçiliği'ne -İrandaki 'itiqadî liderlik' tarafından oluşturulduğu bilinen 'Haşd-i Şa'bî'/ Gençlik Gönüllüleri' güçlerince yapılan saldırı üzerine, 'Bu Yeni 'Amerikan Elçiliği Baskını', Bölgemizde Dengeleri Alt-Üst Edebilir' başlıklı son yazımın son cümlesinde, 'B. Amerika, 10 ay sonra yeni bir başkanlık seçimine girerken, Trump'ın, za'fiyet göstermemek için, kuru-sıkı tehditlerle yetinmeyeceği; aksi halde, kendi başkanlığını tehlikeye atacağı ihtimalinin reflekstif yaptırımlarını da düşünmek gerekir. O zaman da, sadece İran'ın değil, bütün bölgenin yeni bir ateş çemberi içinde kalması kaçınılmaz hale gelebilir. Çünkü, İran böyle bir durumda, bölgedeki bütün Amerikan üsslerine ve merkezlerine karşı gerekli tepkiyi vereceğini gizlemiyor ve bu tehdidin sözde kalmayacağı da tahmin edilebilir.' diye noktalamıştım.
Ama doğrusu, Amerika'nın bu kadar sür'atli bir tepki verilebileceğini beklemek kehanet olurdu.
***
3 Ocak sabahı saat 03.00 sularında yatmadan önce, 'Dünyada neler oluyor' kabilinden, 'internette bir kez daha bakayım' dedim ve bu arada İran sitelerine de baktım. İnkılab Muhafızları Ordusu'nun gayriresmî internet sitesinde bir haber gözüme çarptı. 'Serdar Qaasım Suleymanî ve Yardımcısı'nın ağır şekilde yaralandığının iddia edildiği'ne dair bir haberden söz ediliyordu, ama, uykum ağır bastı ve teferruatına bakamadım. Sabah saat 07.30 civarında, 'Suleymanî'nin öldürüldüğünün kesin olduğu' haberi ile karşılaştım.
İran halkı arasında 'Haci Qaasım' diye anılan ve 'İran'ın Kudüs Orduları Komutanı' olarak anılan Serdar (yani, General) Qaasım Suleymanî ve beraberinde bulunan 'Haşd-i Şa'bî'nin en önde gelen komutanlarından Ebû Mehdî el'Muhendisî (Cemâl Cafer İbrahimî) gibi yüksek vazifelerde bulunan önemli isimlerden 10 kişinin Bağdâd yakınlarında, Amerikan emperyalizminin nokta atışıyla füzelerle vurulup öldürülmesi, gelişmeleri bundan sonra hangi istikamette şekillendirecektir?
Bunu söylemek zor..
Amerikan Başkanı Trump, 'twitter' hesabına, zafer işareti mahiyetinde sadece bir Amerikan Bayrağı koymakla yetindi.
***
İran, İslam İnkılabı'nın gerçekleşmesinin üzerinden 2,5 sene geçmekteyken, 28 Haziran 1981'de, o İnkılab Hareketi'nin İmam Rûhullah Khomeynî'den sonraki en önemli ismi olan Âyetullah Muhammed Huseynî'yi Beheştî ve 8 Bakan, 15 Bakan Yard. Ve 27 m.vekili başta olmak üzere 72 kişinin Tahran'da, Hizb-i Cumhûrî-i İslamî merkezine konulan bombanın patlatılmasıyla parpa parça edilmesi, o inkılab hareketine karşı vurulan en büyük darbelerden birisi di. Ama kişileri öldürse bile toplumu öldürmeyen yara, bünyeyi güçlendirir.
Hattâ 'lider' seviyesinde bile olsa bağlıları olan kişilerin ölmesi, hayatiyeti olan inanç ve ideolojilerin de ölmesini getirmez.
Nitekim, Beheştî'nin öldürülmesi, onu dünya hayatında hiçbir zaman olmadığı derecede güçlendirmiş ve bağlısı olduğu dâvayı da âdetâ daha bir sigorta etmiştir. Nitekim, Beheştî, 'Şehîd verdik demeyin, şehîd kazandık deyin..' derdi.
Kezâ, ondan 2,5 ay kadar sonra da, Başbakanlık binasında yapılacak bir toplantı öncesinde konulan bir bombanın patlatılması sonucunda Cumhurbaşkanı Muhammed Ali Recaî ve Başbakan Muhammed Cevad Bâhuner ve 15 kadar üst derece yetkililerin öldürülmeleri de elbette onların hizmetlerinden mahrûm kalanları üzmüştür; ama, cismanî kayıplar, liderlerin geride kalan takipçilerine ideallerini daha bir güçlendiren bir ivme de kazandırır.
***
Qaasım Suleymanî, yalnız İran Ordusunun değil, şiî müslüman halkın da gözünde en büyük kumandanlardan ve kendi inancının hâkim olması dâvasının büyük fedaîlerinden birisiydi. Onun esrarengiz ve gözü kara plân ve ölüm korkusu taşımayan mücadeleleri, İran'lı yetkilere, 'Bugün, Ortadoğu'da Tahran, Bağdad, Şam,Beyrut ve San'a gibi 5 başkenti elimizde tutuyoruz..' diyebilmelerini ve belki de güç zehirlenmesini de 'hediye' etti.
Onun gözüpek ve inancı uğruna, öldürmeyi ve öldürülmeyi hiç umursamayan bir kumandan olduğu kadar, güçlü bir stratejist olduğu da söylenir. Nitekim, Suriye Buhranı'ndan kendi başlarına çıkamayacaklarını anlayınca, İran yetkilileri, o zamana kadar o buhrana uzak durmakta olan Rusya'yı devreye sokmak için, Suleymanî'yi Moskova'ya göndermiş ve Putin'i devreye girmeye o iknâ etmişti.
Bugün, Suriye fiilen Rusya tarafından yönetiliyorsa, bunun 'mimâr'ı, Suleymanî'dir. Kezâ, Afganistan'tan yüzbini geçtiği söylenen şiî milislerini, 'Fatimiyyûn Tugayları' adı altında Suriye'ye getiren ve Haleb ve civarındaki şehirlerde sivil sünnî halktan on binlerin katledilmesi ve yerlerinden yurtlarından kaçırtılması ve direnenlerin ezip geçilmesi yoluyla, bu güçleri oralara yerleştirerek, bölgenin demografisini /nüfus yapısını değiştirmeye çalışan eylemlerin 'mimâr'ı da Suleymanî'dir ve İran'lı yetkililer de onun bu 'üstün' hizmetini kendi açılarından tabiatiyle hep büyük övgülerle takdir etmişlerdir.
***
Dahası, İran'da Şah zamanından kalma ordu ve polis gücüyle inkılab rejimini ayakta tutmanın mümkün olmadığını görüp, İnkılab Muhafızları Ordusu ve sonra da 'Besîc' denilen halk gönüllüleri örgütünü kuran İran liderliği, Suleymanî eliyle, Irak'ta da, 'Haşd-i Şa'bî' ordusunu kurdurmakta ön ayak olmuş ve bu güçlerin, inanç konularında tek ölçü olarak Veli'yy-i Faqih'in emirlerini kabul etmeleriyle, bu gücün özellikle de Suriye'de ve Irak'da nasıl gözükara mücadeleler verdikleri görülmüştür. Ki, Suleymanî ile birlikte öldürülen Haşd-i Şa'bî'nin en etkili kumandanlarından Ebu Mehdî el'Muhendisî'nin de kendisini, 'Veliyy-i Faqih'in ve Suleymanî'nin küçük bir askeri' olarak nitelemesi, bu ilişkiyi açıkça ortaya koyar. Irak'taki son halk protestolarında sık sık Suleymanî'nin protesto edilmesi ve Irak'ı perde gerisinden onun yönettiği ve Irak Başbakanı'nı bile onun belirlediği suçlamaları çok basit bir iddiadan ibaret değildi.
Suleymanî'nin öldürülmesi muhakkak ki, çok büyük bir hadise ve bütün bölgeyi ateşe atacak bir büyük cinayettir. Bu saldırıya İran'ın nasıl karşılık vereceği ise.. Tehevvüre kapılıp saldırmak şeklinde olmayacaktır, herhalde..
Nitekim, 1988 yılında, İran- Irak Savaşı'nın son demlerinde, İran Hava Yollarına ait bir yolcu uçağı 307 yolcusuyla ve 'Savaş uçağı zannettik. ' denilerek Amerikan Donanması'nca vurulup İran Körfezi'ne gömüldükten sonra, dünya buna İran'ın nasıl bir tepki vereceğinin endişesiyle diken üstündeyken; İran, BM. Güvenlik Konseyi'nin savaşı durdurmayı öngören 598 sayılı Kararnâmesini beklenmedik şekilde kabul etmiş ve İmam Khomeynî de, bu kabulü, 'Zehir kadehini başıma dikiyorum.' diye açıklamıştı.
Şimdi de İran, Amerika'yla direkt karşılaşmak yerine onun bölgedeki müttefiklerinin başını ağrıtacak siyasetler ve eylemlerle intikamını başka türlü almayı deneyecektir, herhalde..