BDP’nin İmralı’ya gidecek heyette bulunma arzusuna sevinmek mi lazım, kızmak mı karar vermek kolay değil.
İyi tarafından bakalım. Çözüm bahsinde bugüne kadar elini taşın altına koymak şöyle dursun, bilerek isteyerek sabotaja talip olan bir partinin birdenbire İmralı kosterine binmeye heveslenmesi memnuniyet vericidir. Gerçi, bir yandan askeri vesayetin gücünün kırıldığı öte yandan PKK vesayetinin bizzat Öcalan’a teksif edildiği yeni bir denklemde başka seçenekleri yoktu ama yine de siyasetçi Kürtlerin işin içinde olması ideal ve doğru bir durumdur.
BDP’nin PKK hiyerarşisinde karar verici yeri olmadığı sır değil. Abdullah Öcalan’ın milletvekillerine büyük önem atfetmediği de malum.
Ve ayrıca BDP’lilerin herhangi bir kritik aşamada üzerlerindeki vesayete rağmen bir inisiyatif aldıkları da vaki olmuş değil.
Ancak başarısız ve eksik icra edilse de siyaset siyasettir ve BDP, AK Parti ile birlikte Kürtleri temsil eden iki partiden birisi olarak yeni sürecin içinde aktif olarak bulunmalıdır.
Ancak sürecin içinde bulunmak sadece kostere binmekten ibaret değildir. İmralı’ya gidip Öcalan’ın mesajlarını dinlemek, anlamak ve aktarabilmek elbette kritik ve değerli bir roldür ama siyasetin görevi bunun üzerindedir. Ortada, hem Kürtlerin hem de Türklerin çözüme hazırlanması gibi zor bir görev bulunmaktadır.
Yıllarca şiddetin gölgesinde yaşamış ve önemli bir bölümü şiddetin gereğine inandırılmış insanları bu dönemin artık bittiğine inandırmak mesaisi vardır.
Çocukları dağa gönderilen annelere-babalara bundan sonra artık Türk ve Kürtlerin bir arada kavgasız gürültüsüz ve silahsız yaşama perspektifini anlatmak sorumluluğu vardır.
Hasılı... Şiddeti kutsayan bir geleneğin terk zamanının geldiğini anlatmak, İmralı’ya gidip Öcalan’la görüşmekten daha hassas ve değerli bir vazifedir.
Bununla birlikte sürecin hızlanması için İmralı’ya elbette yeni bir heyetin gitmesi gerekiyor. Gideceği açıklandı da. Muhtemelen, sürecin kendi dinamik takvimine göre ardından başka heyetlerin gitmesi de gerekecek.
Peki, nasıl bir heyet?
Bu sorunun basit bir cevabı var.
Öcalan’ın mesajını ilgili yerlere; yani başta Kandil olmak üzere, Avrupa, cezaevleri ve elbette BDP’ye iletebilecek bir heyet...
Heyette kimin olacağı veya kimin olmayacağı değil, önemli olan bu mesajları alabilecek, taşıyabilecek, iletebilecek bir prestij ve kapasiteye sahip olunmasıdır. Gerisi önemsiz değil ama meselenin cesametiyle kıyaslandığında teferruattır.
Ölçü bu olduktan sonra hükümet heyetin bu mesajın sağlıklı iletilmesine engel teşkil edecek bir yapıda olmasına izin vermez. Açık ifadeyle kimlerin gitmesi gerekiyorsa onlar gider. Sürecin öteki yakası yani; İmralı da sonuçta karşısında bu ilişkiyi kurabilecek güvenebileceği isimler talep edecektir. İki tarafın perspektifinden doğru heyet çıkar.
Başbakan’ın koyduğu ölçü işin diğer yanını tanımlıyor: Gitmesi bir şeyi değiştirmeyecek olanlar veya kamuoyunun çözümle değil, çözümsüzlük ve şiddetle andığı isimler gitmeyecek.
Heyetin mimarisine takılmanın anlamı yoktur.
Siyasal güç gösterisi ve siyasal magazin yapacak zaman değildir.
Heyet, Kandil’in, Avrupa’daki PKK’nın, cezaevlerindeki PKK’lıların ve BDP’nin karşısına geçtiğinde Öcalan’ın mesajını anlatabilen ve muhataplarının da ciddiye aldığı kişilerdir. İçinde eş başkanın olup olmaması da isimler de ikincil önemdedir.