Şu derecelendirme kuruluşlarının not indirme-çıkarma tartışmaları, IMF’nin stand-by anlaşmalarını ve bu anlaşmaların denetimi yolunda hükümetler tarafından verilen ‘niyet mektuplarını’ aklıma getirdi. Mesela 20 Kasım 2001 tarihli, Kemal Derviş ve TCMB Başkanı Süreyya Serdengeçti imzalı niyet mektubunun 8. maddesi şöyle:
‘Kötüleşen dış koşullar ekonomik toparlanmayı geciktirmekte, enflasyonla mücadele çabalarımızı güçleştirmekte ve dış cari hesabı zayıflatmaktadır. Yılın ikinci üç aylık döneminde beklenenden hızlı bir küçülme görülmesi, daha evvel %-5.5 olarak tahmin edilen 2001 yılı reel GSMH büyümesinin aşağıya doğru revize edilmesi ihtiyacını ortaya koymuştur. Enflasyona ilişkin olarak ise, Türk Lirası’nın daha da değer kaybetmesi, yılsonu TÜFE enflasyonu tahmininin %58’den %65’e çıkarılması gerektiğine işaret etmektedir.’
Türkiye, IMF ile tam 19 stand-by anlaşması yaptı. IMF’li süreç 1947’de İsmet İnönü döneminde başlamıştı. 1958’de Adnan Menderes’in Başbakanlığı döneminde ilk borç alındı. IMF ile ilk stand-by Cemal Gürsel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde 1 Ocak 1961’de yapıldı. Sonraki süreç biliniyor. Yukarıda alıntı yaptığımız niyet mektubu maddelerinin benzerleri ile küresel sisteme güven vermeye çalışan, ama buna rağmen, yüksek ülke riski nedeniyle milyarlarca dolar faiz ödeyen ve belini doğrultamayan bir ülke oldu Türkiye. Tabii ki, her kapsamlı ve önemli IMF anlaşması da rejimin siyasi olarak yeniden yapılanmasına denk gelen askeri darbeler eşliğinde oluyordu. Bu ekonomi yönetiminin bir ucunda IMF denetimi vardı; bir diğer ucunda da Türkiye’deki geleneksel sermaye ve ekonomi bürokrasisi.
2008 krizini takip eden aylarda Türkiye’nin 20. stand-by’ı yapması tartışılmaya başlandı. IMF anlaşmalarıyla kendini bulmuş, palazlanmış büyük sermaye, IMF denetimini bir güvence kabul ediyor ve kriz döneminde de, ekonominin IMF reçetesi doğrultusunda yönetilmesini istiyordu.
Şundan çok eminim; eğer ki 27 Nisan 2007’de Hükümet Genelkurmay’ın muhtırası karşısında boynunu eğseydi, 2008 krizini takip eden günlerde biz karşımızda, geleneksel sermayenin de isteğiyle, IMF ile 20. stand-by’ı yapan bir hükümet bulacaktık.
Zaten bütün bu süreçte AK Parti’ye kapatma davası ve süre gide • baskılar bu temel saikle yapıldı. O zaman şöyle yazmıştık:‘Hükümetin içinde bazı kesimlerin, Merkez Bankası’nın ve TÜSİAD gibi iş çevrelerinin 20. stand-by’ın bir an önce olması konusundaki güçlü iradelerine rağmen anlaşma bir türlü olmuyor. Neden? Bu tek kelimelik ama çok önemli sorunun yanıtı bizce çok kapsamlı. Yani, basitçe Başbakan’ın krizi hafife almasına, IMF’nin hükümetten, kısa sürede, altından kalmayacağı reformlar istemesine bağlanacak düzeyde bir mesele değil bu ‘anlaşamama’ meselesi. Aslında bu ‘anlaşamama’ hali bize bu dönemi anlattığı gibi bundan sonrasını da anlatıyor. Öncelikle herkesin merak ettiği soruya kestirmeden yanıt verelim: Bize göre şu an Türkiye’nin, IMF ile anlaşma yapmasının koşulları ortadan kalkmıştır.’Nitekim böyle oldu ama süreç, TÜSİAD ve onun desteklediği medyanın da baskısıyla uzadı. Ancak 2010 Mart ayında, Başbakan Yardımcısı Babacan, Türkiye’nin IMF ile bir anlaşma yapma mecburiyeti bulunmadığını, Türkiye ekonomisinin bu dönemde kendi politikalarıyla güçlü bir şekilde devam edebildiğini ortaya koyduğunu belirtiyor ve IMF anlaşması tamamen gündemden kalkıyordu. Burada Başbakan Erdoğan’ın anlaşma yapmama ısrarını ve öngörüsünü tarihsel bir karar olarak teslim etmek gerek.
Demokratik Anayasa ve büyümenin yolu
Peki, bundan sonra ne oldu; Türkiye hızlı bir şekilde 12 Eylül 2010’da köklü bir Anayasa referandumuna gitti. Bugün yargı alanında birçok demokratik adım ve darbecilerin yargılanması bu değişiklik sayesinde oluyor. Bu Anayasa değişikliğini, IMF ile 20.stand-by’ı isteyen çevreler hiç istememişti. Bunun için ulusalcı solu ve Kürtleri bile kullandılar. Bu arada Türkiye, 2010’da rekor bir büyüme temposu yakaladı ve bunu sürdürdü. Hem referandumu hem de büyümeyi arkasına alan Ak-Parti yüzde 50 ile iktidara geldi. Şimdi S&P ne yapmamızı istiyor; Çok açık; tıpkı IMF gibi, büyümeyi kısın, bunun için faizleri yükseltin, yatırım harcamalarını düşürün, ekonomiyi soğutun, kuru ve faizi piyasa dışı belirleyin diyor. Bunun için Türkiye’ye yatırım gitmesin diye Türkiye’nin görünümünü düşürüyor. O zaman soruyorum; 2008-2010 arası TÜSİAD önderliğindeki IMF’ci lobiye direnen ve bu direniş sayesinde referandumu yapıp, seçimi alan Hükümet, şimdi S&P’-nin istediğini yapacak mı? Çok açık; S&P’nin dediğini yapmamak demokratik Anayasa’yı yapmak demektir.