“Öğrenmenin yaşı yoktur”diyenler doğru söylemiş; dışarıdan bakıldığında ‘ilkeli’ sandığım bazılarının hiç de öyle olmadığını bayağı gecikmeli olarak bu yaşımda öğrendim...
Ferzan Özpetek eğitim aldığı İtalya’da yaşayan bir film yönetmenimiz... Hemen her filmi ödüller kazandığı için ismi bizde de hiç gündemden düşmüyor... Şimdilerde yeni bir senaryosunu beyaz perdeye aktarıyormuş İtalya Lecce’de...
Aralarında ‘pop sosyolog’ da bulunan üç yakın arkadaşını Türkiye’den çağırmış, çekime tanık olsunlar diye... Elhak, ‘pop sosyolog’ üç gün boyu tanığı olduğu çekimleri pek başarılı bir dille anlattı... ‘İkinci büyük Harp’in hemen öncesi’ne benzettiği, ‘Etraftan faşizm falan âdi şeylerin yükseldiğini’ söylediği ülkemizden üç günlüğüne kaçmış işte... Ayağında sandalet, gözünde Marcello’nunki gibi bir gözlük...
Oh, ne âlâ, ne âlâ...
‘Yakın arkadaşlık’ nasıl doğmuş, onu da anlatıyor: Özpetek’in bizde ‘Bir Ömür Yetmez’ adıyla gösterilen ‘Saturno Contro’ filmini izledikten sonra attığı mesaja aldığı cevapla... “Benim en iyi filmim” dermiş yönetmen... Gerçekten de, on kişi arasında yaşanan ve bir Batı ülkesinde pek rastlanmayacak türden çok yakın dostlukları başarıyla anlatır film...
Benim takıldığım nokta şu: ‘Saturno Contro’yu Ferhan Özpetek filmin en başına koyduğu kocaman harfli duyuruyla Hrant Dink’e ithaf etmiştir...
Hrant Dink’in başına geleni en sevdiği filmini ona ithaf edecek kadar önemseyen bir sanatçı, Hrant’ın suikasta uğramasına giden süreçte, attığı manşetler ve yayımladığı köşe yazılarıyla, en büyük ‘katkı’nın sahibi Hürriyet gazetesinin o dönemdeki yönetmeni ile ‘yakın arkadaş’ olmakta hiçbir beis görmemiş...
Size de tuhaf gelmiyor mu bu durum?
İsterseniz o süreci Ali Bayramoğlu’nun özetinden hatırlatayım: “Hrant’ın vurulmasına giden yolun taşlarını döşeyenler, vurulduktan sonra onu vuranları sokak serserisi ilan edip kâtille empati ilişkisi kuran ve bugün davanın birkaç kişiye sıkışmasının ön çabasını gösterenler, Özkökgiller başta olmak üzere, tüm dolaylı ve doğrudan suçlular, kem gözlerle olup biteni izlemeye devam ediyor... / Hrant Dink’in malum yazısından tek bir cümleyi cımbızla çekerek yayınlayan Emin Çölaşan, buna imkân veren yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’tü. / Yayınlardan davalara, faşist gösterilerinden mahkûmiyetlere ve ölüme giden yol böyle açılmıştı.”
Ne kadar çabuk unutuluyor... Ya da, ‘sanatçı’ hassasiyeti olduğunu sandığımız insanlar aslında pekâlâ ‘çifte standart’ sergileyebiliyorlar...
Ali Bayramoğlu’nun tespitlerinde de ‘faşizm’ sözcüğünün geçtiğine özel dikkat isterim.
Sanatçının ‘ilkeli’ hali bu da, Hürriyet’in kendi ‘ilke kurulu’nun hali nasıl?
Etraftan eleştiriler fazlalaşınca, Hürriyet’in patronu, çareyi ‘güvenilir’ isimlerden oluşan bir ‘yayın ilkeleri kurulu’ oluşturmada buldu. Aralarında Prof. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Salih Tuğ’un da bulunduğu, gazeteciler, akademisyenler, araştırmacılar ve spor adamlarından oluşan kurul, önce yayın ilkelerini belirledi, sonrasında da gerektiğinde toplanarak tavır açıkladı.
Misal, kurulun bir toplantısından “Çözüm sürecini destekliyoruz” kararıçıktı...
Peki o karardan sonra ne gördük? Şunu: Hürriyet’te ‘çözüm süreci’yle ilgili kuşkuları besleyen yazıların sayısının arttığını... Hatta, Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın da üyesi bulunduğu ‘âkil insanlar heyeti’ için ağza alınmayacak sıfatlar bile kullanıldı bazı yazılarda...
Kurulun son toplantısı Gezi Parkı hareketlenmesi üzerine yapılmıştı ve görüşmelerde “Aman dengeli yayıncılık yapılsın; ülkenin birlik ve bütünlüğüne zarar verilmesin” türü görüşler dile getirildiği duyulmuştu. Hürriyet, kurulun ‘yayın ilkeleri ve uygulamalar arasında eksiklikler saptadığını’ haberleştirdi. Sorunca, ‘güvenlik güçlerine fazla yüklenildiği’ konusunun eleştirildiğini öğrendim.
Sonrasında gazetenin köşelerinde güvenlik güçleri özel hedef seçildi...
Çelebi böyle olur bizde ‘ilke kurulu’ dediğin...
Uluslararası üne sahip sanatçısında ‘ilke’ yoksa, gazetesine ‘ilke kurulu’ lüks kaçmaz mı?