AK Parti 14 Ağustos’ta 16’ncı yaş gününü kutladı. 15 yıldır iktidarda olan AK Parti’nin ortaya koyduğu performansla siyaset tarihimizde özel bir yer edindiğine şüphe yok. Girdiği bütün seçimlerde birinci çıkan ve ülkenin kaderiyle kendi kaderini özdeşleştiren bir parti AK Parti…
Çok parçalı koalisyonlar döneminde en fazla vurgulanan husus, güven ve istikrarın güçlü bir tek parti iktidarıyla sağlanabileceğiydi. O dönemlerde özenilen durum güçlü tek parti iktidarlarıyla istikrarı ve başarıyı yakalayan ülkelerdi.
Örneğin Japonya’da Liberal Parti 55 yıl iktidar olmuş, önemli başarılara imza atmış, demokratik seçimle de görevi devretmişti. Bilindiği gibi demokratik sistemlerde uzun dönemli iktidar olan partilere ‘tek parti’ değil ‘hâkim parti’ deniliyor. Japonya hâkim partilerle uzun soluklu başarılara imza attı.
AK Parti ise hem göreve geldiği sancılı süreçte sergilediği başarılı yönetimle hem de büyük badire ve saldırılara karşı ayakta kalabilmesiyle farklı bir parti olduğunu gösterdi. AK Parti hem demokrasiyi korudu, hem Türkiye’yi büyüttü…
Bu büyük başarıda şüphe yok ki, Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın sergilediği liderlikle büyük payı var.
Erdoğan’ın başarısı, AK Parti’nin başarısı ve Türkiye’nin başarısı... Son dönemde bu üçünü birbirinden ayırarak değerlendirme yapmak çok eksik kalır.
Erdoğan’ın ortaya koyduğu başarının temelini halkla kurduğu ilişki oluşturuyor. Erdoğan, halkına ilan-ı aşta bulunan bir lider. Zaten kuruluş yıldönümü konuşması da 16 yılı bir ‘aşk hikâyesi’ olarak adlandırıyordu.
Erdoğan halkla ilişkisini Ferhat ile Şirin’in, Aslı ile Kerem’in ilişkisi gibi yani bir “aşk” olarak tanımlıyor ve hiç gocunmadan sevdasını ‘ben size aşığım, aşık’ sözleriyle dile getiriyor.
Dünyada halkla ilişkisini bu şekilde tanımlayan başka bir lider olmasa gerek…
Makyavel, “İdeal bir dünyada lider hem sevilmeli, hem korkulmalıdır” derse de kitleler lideri sevdikleri için takip ederler.
Erdoğan için sevda, siyasetin hamurunu oluşturan sihirli maddedir. Sevda samimiyet, fedakârlık, adanmışlık ve sadakat gerektirir. Halk, güzünün içine baktığı, elini tuttuğu siyasetçinin samimiyetini de, sevdasını da çok iyi anlar…
Leibniz’e göre sevmek, “başkasının saadetini istemektir ve bunun için sevmek, her türlü başkacı, fedakâr ve ahlaki hareketin köküdür.”
Bir dava ve ahlaki hareket olarak görülen siyasi yapılar sevgi rüzgârıyla yelkenlerini şişirebilirler.
Erdoğan’ın son günlerde teşkilatlara yaptığı vurgu bu gönül bağını ve büyük sevdayı yeniden ateşlemeyi hedefliyor. Aşkını, sevdasını, heyecanını, samimiyetini, coşkusunu yitirenler siyasette başarıyı yakalayamazlar.Halkının geleceğini değil de kendi saadetini düşünenler başarıya değil, yozlaşmaya kapı açarlar.
Erdoğan’ın oluşturduğu sevgi halesi, sandığa gidip oy vermekten öte bir yol arkadaşlığını ve dava birlikteliğini ifade ediyor. Nitekim 15 Temmuz gecesinde halkın canı pahasına sokağa dökülmesinde bu gönül bağının etkisi olduğu söylenebilir.
Erdoğan’ın devlet ve siyasette gerekli olan bir otoriteye ve karizmatik liderliğe sahip olduğu söylenebilir ama bu otorite, zoru, baskıyı ve korkuyu değil, gönül birlikteliğini ve sevgiyi esas alır.
AK Parti ‘ilk günkü aşkla’ sloganıyla yoluna devam ediyor. Bir sevda hareketi olduğu sürece de Türk siyasetine damga vurmaya devam edecek inşallah…