Batı dünyasında Soğuk Savaş sonrasında ağırlık kazanan Ilımlı İslam Projesi, yani bazı Müslüman ülkeleri işbirliği yapar hale getirerek Batı’ya göre radikal olanlarını durdurma çalışması etkisini yitirmiş görünüyor.
Başka bir deyişle, Judo-Hristiyan Batı âlemi, Müslümanları eğitimle, zenginleşmeyle veya doğrudan müdahalelerle işbirlikçi haline getirme umutlarını önemli oranda kaybetmiş durumda. Bunda Irak ve Afganistan savaşlarının ağır maliyetinin rolü büyük oldu. ABD ve Avrupa Suriye gibi ülkelerde binlerce insanını ve koca bir serveti kaybetmeyi göze alamıyor. Öte yandan Müslümanların artan nüfusu ve artan nispi güçleri Batı’nın konuya ilgisiz kalmasına mani oluyor.
Kısacası Batı, Müslüman ülkelerle, özellikle Ortadoğu ile başedemediğini düşünüyor. Washington’dan baktığınızda, ılımlı ve Batı’ya yakın görünse de İslami siyasi güçlerin önüne sandık konulduğunda veya birazcık güç bulduklarında kendi başlarına buyruk davranıyorlar, kontrolden çıkıveriyorlar.
Arap Baharı’yla güç kazanan görüş İslam ülkelerini ‘ılımlı Müslümanlar’ yoluyla değil, kendi iç savaşlarıyla sözde ‘ıslah etmek’. Suriye’de bunu en açık şekliyle gördük. Irak’ta sessiz sedasız yaşadığımız da bu.
***
İç Savaş Yaklaşımı bizdeki “dinsizin hakkından imansız gelir” atasözünü hatırlatıyor. Buna göre, Müslümanlar birbirlerini kırıyorlar, bu arada iyiden iyiye güçten düşüyorlar ve dünyanın geri kalanına zarar verecek güçleri kalmıyor. Diğer taraftan bu yaklaşımı eleştirenler, asıl radikalizmi besleyecek olanın Müslümanlar arasındaki bir iç savaş olacağını iddia ediyorlar, ancak sesleri çok çıkmıyor...
Plan basit aslında, Müslümanlar olabildiğince kutuplaştırılacak: Önce Şii-Sünni olarak, ardından alt mezhep gruplarına ve meşreplerine göre. İkinci ayrışma katmanı dindarlar ile dünyeviler arasında yaşanacak ve laik-dindar-dinci kutuplaşmaları oluşturulacak. Etnik ayrışma tüm bunları hızlandıracak.
Doğrusu, İslam dünyasında bahsettiğimiz türden bir rekabete dünden razı olan pek çok aktör de var. Zaten dış güçler sizde maraz yoksa sizi istismar edemezler... Nitekim Suudi Arabistan ve İran başta olmak üzere Şii-Sünni kutuplaşmasının liderliğine soyunanlar hızla ortaya çıkıyor. Her iki aktör de Irak ve Suriye’de bu işi silahlı güçleri kışkırtmaya, hatta çatışmaya kadar götürdü. Lübnan ve Mısır’da da plan işliyor.
***
Ortadoğu ülkeleri böylece birbirleriyle korkutulmaya ve aralarında bölünmeye sevkediliyor. En kötüsü bölünme devletlerarasında kalmıyor, toplumsal çatlaklar derinleşerek ülkelerin içeriden bölünmesinin zeminini hazırlıyor. Bu çerçevede Müslüman Kardeşler gibi ılımlı İslam’ın örnekleri birer birer ya yok ediliyor, ya da terörize ediliyor. Üstelik bu iş çoğu kez bölge devletlerine ihale ediliyor.
Müslümanlar diğer Müslüman grupları tehdit olarak görürken İsrail ve Batı, tehditler listesinde aşağılara doğru iniyor. Örneğin Suudi Arabistan İsrail’i değil, İran’ı tehdit olarak görürken, İran ise mezhep temelli bölünmenin mimarlığına soyunabiliyor, pek çok konuda İsrail’le aynı çizgide hareket edebiliyor.
Ne yazık ki tüm bu yaşananların Türkiye yansıması da iç açıcı değil. Türkiye bugünlerde adeta mezhepsel, meşrepsel, laik, etnik ve ideolojik bölünme sağanağı altında. En kötüsü, derin devlet konusunda yakalanan büyük fırsat elden kaçmış durumda ve sokaklarda gölgeler dolaşmaya başladı bile. Mevzu uzun, yarın bu konuya değinmeye çalışacağız.