Nedense ülkede bir ‘tır fetişizmi’ başladı. Aranan ‘tır’ bulundu. İçinde kesin silah vardır, bakmadık ama kesin öyledir. Bu ‘hır gür tır içinde’ kaybolan bir sürü itibar var. Yüksek Sadakat’ten gelsin o halde ‘belki üstümüzden bir tır geçer’... Nedense bu ülkede, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın operasyonel görevi olmadığı, dolayısıyla operasyon değil de, sadece peynirli, mantarlı omlet yapabileceği iddia ediliyor. Bir yandan iktidar olabilmek için demokrasilerde alınan oyun yeterli bir kriter olmadığı düşünülüyor. Ne yapalım mesela oy kullanmak yerine, oy yerine herkes seçtiği gazeteye abone olsun, kimin abone sayısı fazla ise o mu iktidar olsun. Yoksa, yine kazanan illa kazanmış değildir diye yeni nesil bir darb-ı mesel mi uyduralım. İnternetin bir açma-kapama düğmesine sahip olduğundan tevellüt internet kapanacak diye eylemler yapılıyor. Burada önemli olanın bu yasa ile ne yapılmak istendiğini ‘iletişim’ kuralları gereği anlatamamış olmak da işin diğer ve önemli bir tarafı. Buna diğer örnek, içki muhabbeti. Örneğin, içki sınırlaması hemen ‘yasak’ olarak lanse edilir. Bu keşmekeşe herkes davet edilir ve hisseli harikalar kampanyası başlatılır. Bu ülkede nedense hep bir belge vardır, bu belgeler efkar-ı umumiyeye şöyle bir koklatılır, geri çekilir ve bu kokunun tesiri ile acayip seri cinayetler işlenir. CSI İstanbul. Nedense bu ülkede bazı şeyler hep aynı şekilde devam ediyor. Nedense bu ülkede birçok ‘cool’ (okunuşunu Türkçe anlamıyla da değerlendirebilirsiniz) parti, kurum, İngilizce bilen yazarlar filan ‘şikayet var’ ofisi gibi çalışıyor. Nedense bu ülkede böyle ‘manidar’ şeyler yaşanıyor, manidar zamanlarda. Maniniz darsa, akşam size şikayete geleceğiz yani. Bu ülkede hep böyle tuhaf şeyler oluyor. Kara bahtlı bulutlar dolaştırılmaya çalışılıyor. Benim perspektifimden bakacak olursak, iletişime bu denli az önem verilen, iletişimden elde edilmesi beklenen ‘marjinal faydanın’ bu kadar pespaye olduğu bir ülkede bunların yaşanması da bana ‘acı bir doğal durum’ ama aynı zamanda da ‘manidar’ geliyor. Dilde biten tüyleri çene hizamızda toplasak belki bir işe yarar.
İletişim Bakanlığı...
Geçen haftaki yazımızda İletişim Bakanlığı’nın kurulmasının artık zamanının geldiğini söylemiştik. Kamuoyu nezdinde, ilk defa bu kadar ciddi ve yüksek sesle dillendirme, iletişimle ilgili alanlarda çalışan çok sayıda insanın ilgisini çekti. Destek mesajı gönderdiler. Öneri sahibi olarak kutladılar. Bu mesajların bir kısmı kurumları adına bir kısmı da bireysel olarak gönderilmişti. Destek verenlerin arasında kamu ve özel sektördeki iletişim departmanı çalışanları, iletişim fakültelerinden öğretim elemanları da vardı. Böyle bir desteği ÖSYM’nin yaptığı yabancı dil sınavlarının gereksiz ve milli duyguları törpülediğini söylediğimiz yazıda almıştık. O yazımızda dile getirdiğimiz görüşlere, binlerce okurumuz ilgi göstermişti. YÖK veya ÖSYM’nin ise değil yöneticilerinden, en alt kademedeki çalışanından bile bir mesaj gelmedi. Düşünce ve davranışta paralellik. Bugün de İletişim Bakanlığı’nın kurulmasının zamanının geldiği yönündeki görüşlerimizi biraz daha açmaya çalışacağız. Önerimizde iki önemli boyut var. Birincisi devlet kurumlarının iletişim departmanlarının güçlendirilmesi ve işlerlik kazandırılması. Diğeri de İletişim Bakanlığı’nın kurulması. Her iki boyut içiçe ve aciliyet durumu var. İkinciyi gelecek yazımıza bırakacağız. Çünkü ikincisi, ilkinin üst boyutu, kapsayıcısı. Bizim ülkemizde on yıllardır süregelen bir gelenek var. Her bir kurumun en üst düzey yöneticisinin en yakınında bulunan kişi hep hukuk müşaviri oldu. Neden! Yönetici hukuka aykırı bir iş yaparsa cezalandırılır da ondan. Halka ters düşen iş yapmayı tasarlayan yöneticiyi kim uyaracak. İletişim departmanları. Hep yanıbaşında. Yes man mi? O halka dayalı yönetimlerde dikiş tutmaz, iletişim departmanları kurumlar ile halk arasındaki iletişimi sağlar. Halk istek, beğeni ve tepkilerini bu yolla iletir. İşte bu, doğrudan katılımın basit bir yöntemidir. Tabii biz iletişim departmanı derken bir madencinin, bir yemcinin, bir otomotivcinin veya mankenin istihdam edildiği göstermelik masaları veya cicili bicili odaları kastetmiyoruz. Halkın isteklerini, duygu ve düşüncelerini kuruma getiren, kurumun uygulamalarını da halka ileten departman olarak görüyoruz. Biz inanıyoruz ki, bu departmanlar ehil ellerde ve önemsendiğinde her bir kurum hizmette çok daha fazla hız yapabilecektir. Statükoculukla paralellik göstermeyecektir. İletişim önemlidir. Her yerde her zaman. Ya iletişimsizlik? Bireyleri olduğu kadar kurumları da etkiler. İletişimsizlik hem bireylerin hem de kurumların akıl ve ruh sağlığını bozar. Nitekim olan da bu.