Siyer; yol anlamına gelen bir kelimedir. Hayat tarzı, biyografi, yaşam macerası karşılığında da kullanılır, Siyer-i Nebi ise Hz. Muhammed'in (sav) hayatı anlamında kullanılır. Hz. Peygamber, İnsan-ı Kamil olarak, kemale ermiş din olan İslam'ı tebliğ eder ve son elçidir. İslam'a giriş ve Müslüman oluşun alamet-i farikası; Allahtan başka İlah olmadığına ve Hz. Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehadetle tamamlanır. Yani, Hz. Muhammed (sav), inanmanın ölçütüdür...
İnanmakla ilgili bir sorun ancak insanlara mahsustur. Sadece ilahiyat fakültesi hocalarının değil, hepimizin en büyük sınavıdır, Allah'a iman ve kulluk bilinci. Her anımızın, her günümüzün, sağımızdan sola dönüşümüzün, nefes alıp verişimizin bile sınavıdır bu ve bize hidayet etmesi için, lütfetmesi, bahşetmesi, inayet etmesi için yalvarırız Allah'a. Allah'ı kalbimizle hissedebilmek için, odaklanmaya çalıştığımız her suskunluk anında, O'na yakınlık çabası içinde oluruz aslında...
Allah'a olan mesafesi, insanoğlunun en büyük gerilimidir ve paradoksal şekilde bu gerilim aynı zamanda kişinin Allah'a yakınlaşabilmesinin de cevaplarıyla doludur... Hz. Peygamber (sav) Efendimiz ise, adeta bir ünsiyet ve yakınlık denizi gibi, o tanrısal mesafeleri doldurur ve biz Efendimiz sayesinde Rahmani bir yakin yolculuğuna çıkarız. Peygamberimiz (sav), İslam kapısının anahtarıdır, zira Hz. Aişe validemiz onun; "Yürüyen bir Kur'an"olduğundan bahseder, yani, Kur'an'ın hayat bulmuş hali, Kur'an'ın en güzel bir tefsiri, Kur'an'ın tertemiz bir şahidi, en güzel bir delili, Kurani yaşama sanatının asli öznesidir...
İnsan etimolojik olarak, nisyanla yani unutkanlıkla kardeştir. Unutkanlığın yanı sıra, şüpheler, zanlar, kaygılar, zayıflıklar, sabırsızlıklar, korkular, zorluklar, haksızlıklarla dolu zorlu bir terkiptir insan ruhu... İnsan olmanın ağır yazgısıyla; meleklerle, hayvanatın arasında gidip gelir, inip yükselir, gezinip durur hallerimiz. Bunların hepsi insanidir eyvallah, doğaldır, bu içsel iniş çıkışlardan dolayı insanları kınamamak gerektiğini, tam aksine hidayet için herkese dua etmemizin hasletini hep duymuşuzdur, kulağımızdadır, biliriz...
Peki ya İlahiyat Fakülteleri ve de akademik kadrolar, onlar bu insani iniş çıkışların, geliş gidişlerin neresindedir? Onlar insan değil mi, onlar yanılamaz mı? Elbette insandırlar, elbette yanılabilir, duraksayabilir hatta geri de dönebilirler... Ama sorun şu: İnsanın aslen inanmadığı ama bu inançsızlığını da aşikar etmeden, o dini, öğrencilerine "hoca' sıfatıyla anlatması ne kadar etiktir? Ne kadar ahlakidir, ne kadar hakikatlidir, ne kadar vicdanidir...
Bir de işi daha ileri götürerek, "tahkir"e yaslanmak meselesi var ki, inançsızlığını dile getirmekten çekinen bazı İlahiyat hocalarının, inanmadıkları halde o dini, bilimsel kisveye bürünmüş önyargılı ve ironik dille, güya itibarsızlaştırmaya kalkıştıkları bir ucuz kalpazanlık türü var...
"Siyeri Farklı Okumak" adlı kitabında Peygamber Efendimizin (sav) babasıyla ilgili olarak ağza yakışmayacak ithamlarda bulunan Prof. Dr. Mehmet Azimli hakkında rektörlükçe soruşturma açılmış... İdari hatta yargısal safahat beni eğitim cephesi kadar ilgilendirmiyor açıkçası. Elbette İslam Peygamberine atfedilecek en ufak karanlık söz bizi derinden yaralar ve toplum bu durumu inanç değerlerine yönelik bir saldırı mahiyetinde takdir eder. Ama daha ürkütücü olanı ise, İlahiyat eğitimi almaya gelmiş o gencecik fidanların bilinçsel düzeyde zehirlenmesidir. Bir İlahiyat öğrencisi kendi inanç dünyasında kişisel serüvenini yaşar yaşamasına da hocası kalkıp, soy sop, ırk önemli değildir dedikten sonra, Sevgili Peygamberimizin babasının şerefine, onuruna, namusuna, iftira atmaya kalkamaz... Kendi babanıza isnat edilse ayağa kalkıp kavga çıkartacağınız bir mevzuyu, siz nasıl olur da Fahri Kainat olan Son Peygamber'in aziz babası için söylemeye cüret edersiniz? Sözünüzün çirkinliği, kirliliği, adaletsizliği, kerihliği ötesinde attığınız iftiralar gönüllerimizi yaraladı.
Prof. Şaban Öz, "Farklı Siyeri Okumak' isimli kitabıyla, Prof. Azimli'ye gereken cevabı vermiş, hamdolsun, kendisini tebrik ediyoruz...