Devası henüz bulunamamış bir hastalık dünyayı kasıp kavuruyor. Bütün dünya ulusal ya da küresel sorunları bir kenara bırakmış bir virüsün sebep olduğu hastalıkla uğraşıyor.
Gazeteler tv kanalları ve sosyal medyanın tek gündemi korona.
Korona haberlerini ve yorumlarını dinlemekten ve okumaktan gına geldi.
Siyaset de artık korona üzerinden yapılır oldu.
Bu arada kimilerinin aşırı kaderci ve de hurafeci yaklaşımları sebebiyle dine imana laf edenlerden de geçilmiyor.
Çirkin bir tiplemeyle Müslümanın beyninin yıkanması dezenfekte edilmesi gerektiğini anlatan karikatür de tüy dikti.
Taassup
Bu karikatürü ilk paylaşan şahsın niyetinin Müslümanlığı karalamak olduğu her halinden belli.
Ama dinin hakikatini bilmeyen bu tiplere malzemeyi verenin de cahil dindarlar olduğunu hatırlamalıyız.
Bugün koronadan en fazla etkilenen iki ülkenin biri İtalya diğeri İran. İlginçtir ikisi de dini merkez olma ortak özelliğine sahip. Biri Katolikliğin merkezi, diğeri Şiiliğin.
İtalya’nın dört bir yanından Roma’ya gidenler hastalığı ülkenin dört bir yanına taşıdılar.
İran’ın dört köşesinden Kum’a gidenler de hastalığı İran’a yaydılar.
Roma’nın kutsiyetine inananlarla Kum’un kutsiyetine inananların yaklaşımlarında bir paralellik yok mu?
Aynı yaklaşımların benzerini başka inanç sahiplerinde görmüyor muyuz?
İşi kutsallara sığınmakta bulanların sayısı az mı?
Gereğini yapmadan duaya sığınan, türbe demirlerine yapışan Müslüman ile yaşadığı şehri havadan kutsayan rahip arasında bir benzerlik yok mu?
Önce ilaç diyorum
Hangi inancın hastalığa nasıl baktığı beni bağlamıyor. Beni bağlayan Sahih İslam’ın bakışıdır. Ben Kur’an’a ve Sünnet’e ve de ikisine dayalı 14 asırlık kıyas ve icma birikimine bakarım.
Hasta olduğumda şifa verenin Allah olduğuna inanırım. Ama tedavi yollarına tevessül etmeden Allah’dan şifa beklemem. Çünkü O’nun peygamberi, “Allah her hastalığa bir ilaç yaratmıştır. Tedavi olunuz.”, bir başka hadiste ‘Allah her hastalığın ilacını yaratmıştır, araştırınız.” buyuruyor.
Hayatı bize örnek olan, ahlakı Kuran ahlakı olan Efendimizin her rahatsızlığında önce ilaca başvurduğunu biliyoruz. Hz Aişe validemizin şifacılığının kaynağında Efendimizi tedaviye gelen doktorlardan öğrenip uyguladığı bilgiler olduğunu da biliyoruz.
Yani Efendimiz bize önce sünnetüllah gereği tedavi yöntemlerine başvurmayı sonra da hastalığı da şifayı da yaratan Allah’a sığınmayı ve ona yalvarmayı öğretmiştir.
Dolayısıyla önce ilaç sonra dua esastır.
‘Duanız olmasa Allah size niye değer versin?!’(Furkan 77)
Duanın temelinde Allah’a kulluğumuz yatmaktadır. Her şeyi yaratan O’dur. Gereken tedbirleri aldıktan sonra O’na sığınmak da mümin olmanın gereğidir. Mümin önce Allah’ın emrettiği tedbiri alır sonra da ona sığınır.
Meşhurdur, devesini serbest bırakıp Allah’a emanet ettiğini söyleyen sahabiye Hz. Peygamber devesini önce sağlam kazığa bağlamasını sonra da Allah’a tevekkül etmesini tavsiye buyurmuştur.
Mümin kişi sadece fiziki çareye başvurup Allah’ı yok saymaz. Duasının yani Allah’a yönelmenin en güçlü silahlardan biri olduğuna inanır.
Ve Allah gereği gibi yapılan duaları reddetmez.
Esbaba tevessül edip duaya sığınan mümin kaybetmez. İstemesini bilirse Kerim olan Allah er ya da geç verir.
Hülasa, mümin bir hastalığa duçar olduğunda önce tedavi yöntemlerinin gereğini yapar sonra da Rabbine şifa vermesi için dua eder.
Bu inançtan hareketle ben korona konusunda önce tıbbın ne dediğine bakarım. Oluşturulan bilim kurulunun ve tabiplerin tavsiyelerine bakar gereğini yaparım.
Sonra da her şeyin sahibine yönelirim, bu kadar basit.
Ben kendime OHAL ilan ettim. 5 vakit de dua ediyorum!
Bir mümin, bulaşması kesin olmayan bir virüse karşı olağanüstü tedbirler alırken, hesap vereceğine kesin olarak inandığı Allah’a nasıl sığınıp dua etmez ki?!