Türkiye, yıllar yılı ayaklarına vurulan bir kelepçeden kurtulmanın sancılarını yaşıyor. Bölgede ve dünyada söz sahibi olurken, neredeyse 30 yıldır kendisine dayatılan bir sorunla mücadelede, hayli kritik bir eşikte bulunuyor.
İstedikleri kadar eleştirsinler, şu an herhangi bir muhalefet partisine ‘Alın iktidar sizin olsun’ denilse, ateşten gömleğe talip olacakları hayli kuşkulu.
Terörle mücadelenin kendi doğasından kaynaklanan zorlukları var. Bir yanda hukuk ve kurallar; diğer yanda tüm bunları yok sayan ve gayrı meşru yöntemleri kullanan bir yapı.
Üstelik bizdeki örnek, sıradan bir terör örgütünün boyutlarını çoktan aşan, arkasında önemli bir destek bulunan, siyasi partisi, sivil toplum örgütleriyle geniş bir alanda faaliyet gösteren, bunlar yetmezmiş gibi bölgemizdeki hesaplaşmaların uzantısı ya da taşeronu olmaktan çekinmeyen özelliklere sahip.
Devletin yıllar yılı işin nereye uzanabileceğini göremediği, bu nedenle de basit güvenlik tedbirleriyle ezeceğini düşündüğü bir sorun, şimdi devasa boyutlarda. Üstelik pek çok kesim sanki bu sorun son yıllarda ortaya çıkmış gibi, faturayı tümüyle mevcut iktidara kesmekten de çekinmiyor.
Geçmişe dönük söyleneceklerin bugüne faydası yok.
Bugün sorunun boyutlarını doğru analiz eden, iddialı ve çıtası yüksek sözler yerine, sakince bir yol haritası üzerinde yürümeye çalışan bir siyasi akıl var.
***
İmralı’yla görüşme sürecini, herkes kendi bulunduğu yerden dilediği gibi değerlendiriyor. Ancak dün medyaya yansıyan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın şu sözleri, herhalde herkesin bir konuşup bin düşünmesini sağlayacak yakıcılıkta:
‘Keşke benim bildiklerimi siz de bilseniz.’
Şu anda bu süreci yönetenlerin, gerçekten de ateşten gömlek giydiklerini anlatmak için daha fazla söze hacet yok. Daha fazlasını isteyen, yakın geçmişte Oslo süreciyle ilgili yaşananları, 7 Şubat krizini ve ortaya çıkan inanılmaz tabloyu bir kez daha hatırlayabilir.
Oslo görüşmelerini sızdıran güç, kuşkusuz nereye nasıl bir darbe vurduğunu, bu yaranın terörle mücadele ve Kürt sorunu denkleminde hayli hasara yol açtığını bilecek kadar tecrübe sahibi olmalı. Nitekim o ‘sızdırma harekatı’ Türkiye’nin özellikle son beş yılda aldığı mesafeyi hayli gerilere götürdü.
Tüm bu girişimlerin yanı sıra; hala, ısrarla, inatla ve akıl almaz bir vurdumduymazlıkla MİT Müsteşarı’nı hedef alan tuhaf girişimler, benzeri bir etki uyandırmasa da, çözüm sürecinin her türlü kazaya açık olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekici.
***
İnce, zor, hassas bir yolda, birbirinden farklı güçlerin mayınlar döşediği bir zeminde yürümeye çalışıyor Türkiye.
Tarih, eğer bu süreç başarıya ulaşırsa, ‘Terörle pazarlık ediyorsunuz’ diyenleri değil, bu konuda cesur kararlar alanları, siyasi iradeyi, en başta Başbakan Tayyip Erdoğan’ı hatırlayacak.
Elbette bu zorlu yürüşüyün, Suriye ve Irak başta olmak üzere doğrudan etkilediği/etkilendiği alanlar var. Türkiye bu cesur adımları atmakta tereddüt etmez, kendi etrafındaki ateş çemberini, lehine dönüştüren araç ve aktörleri de sahada tutabilirse, kimsenin kuşkusu olmasın, küresel bir aktör olarak tarih sahnesindeki yerini alacak.
Günü birlik hesaplar, ideolojik kaygılar ve yaklaşımlarla heba edilecek bir yoldan bahsetmiyoruz. Üstelik ortaya çıkacak sonuçlardan herkesin memnun olacağını söylemek de yanlış. Herkesin taşın altına elini sokacağı ve fedakarlık edeceği bir dönemden söz ediyoruz.
Siyasi akıl, soğukkanlı ve tüm riskleri göze alarak hareket ederken, ona darbe vurmaya çalışanlar, bir kez daha düşünmeli.