Başbakan Erdoğan, özetle böyle diyor. Taksim eylemleri formunda kendisini, partisini ve topyekün iktidarını hedef alan ulusal-uluslararası oyun planına karşı pozisyonunu belirledi, tabanının gücünü bir kez daha ölçtü, politik gücünü tahkim etti ve “Evet, şimdi sizinle anladığınız dille mücadeleye hazırım” dedi.
Ankara’da yaptığı konuşmaların ana fikri de teması da budur.
Hedefi Gezi Parkı protestoları değil, Taksim’i işgal eden kalabalıklar bile değildir, kimse endişe etmesin. Sözlerinin hedefi ilk günden itibaren o kalabalıkların arkasında kendisine ateş etmeyen başlayan güç odaklarıdır. Onlara, Taksim’e yönlendirdiğiniz insanları oradan çıkarın, diyor.
Erdoğan bu oyunu bugüne kadar böyle oynadı, bundan sonra da böyle oynayacak.
Erdoğan böyle oynayacak da karşısındakilerin içinde bulunduğu umutsuz durumu nasıl anlamak lazım...
2003-2005 darbe planlarını yapanlar, 2006 Danıştay cinayeti kaosunu planlayanlar, 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimi ittifaklarını tertipleyenler, 2008 kapatma davasını açtıranlar, 2010 referandumuna ve 2011 seçimlerine son bir umutla yüklenenler karşılarındaki gücü anlayamadılar. Erdoğan’la iktidar savaşına girişmenin aynı zamanda bir güç mücadelesi olduğunu göremediler.
Başbakan’dan büyük ya da küçük bir parça koparmak mümkün değildir. Bunu hissettiği anda bütünü sahaya sürüyor. Oyun planını “Ya hep ya hiç” prensibi üzerine kuruyor.
Tam da 2023 yolunda ikinci 10 yılın başında bu girişim karşısındaki güçler açısından hiç akıllıca görünmüyor. Yeni 10 yılı planlarken Erdoğan’ı etkili ve derinlikli bir tanzim ihtiyacına sürüklüyorlar. Yüzde 50’nin üzerinde oturan bir iktidarın lideri, birdenbire çevre bahanesiyle hücuma uğrarsa da başka bir şey düşünemez.
O lider bir yandan da hayatının riskini alarak ülkenin 100 yıllık tarihi bir yarası olan Kürt sorununu çözmek üzereyken...
2013 Mayıs ayı gibi, ekonomik kazanımları açısından tarihin en değerli dönemini henüz geride bırakmışken...
Faizleri tarihin en düşük seviyesine düşürmüşken...
IMF’yi ülkeden göndermişken...
Ülkede el atılmamış tek bir sorun bırakmadan ilerlerken...
Birdenbire uluslararası medya-sermaye ve geleneksel muarızları birkaç günde ittifak kurarak kendi karşısına çıkışını “masum çevre hassasiyeti” olarak okumaz, okuyamaz. Okumadı da...
Dünyanın hiçbir yerinde, şehrin göbeğini işgal eden ve etrafına sistematik bir şiddet kozası örülen ve üstelik de ülkenin önde gelen sermaye gruplarının desteğiyle yürüyen bir girişime çevre eylemi denmez.
Erdoğan da bunu bilecek kadar dünya tecrübesine sahip...
Ne var ki karşısındakiler -Bunlar tabii ki Gezi eylemcileri değil- nasıl zor bir oyuna giriştiklerini bilecek kadar politik tecrübeye sahip değiller.
Erdoğan’dan küçük de olsa bir parça koparmanın sonunun ellerindeki gücün tamamını yitirmekle sonuçlanabileceğini anlayamamış görünüyorlar. Ya da tarifsiz bir umutsuzluk içindeler ve gerçeklikten kopmuş bir haldeler.
Sadece bu yüzden Gezi Parkı’ndaki romantik insanların bir an önce, vakit geçirmeden kendilerini bu oyunun dışına çıkarmaları gerekiyor. Ortadaki kavganın kendi kavgaları olmadığını görmek için yeterince malzeme ortaya çıkmıştır. Taksim’deki işgal, hem şiddeti doğuruyor hem de bundan daha büyük bir güç savaşına enerji veriyor.
Zaman ilerledikçe meşruiyet eriyor, sempati azalıyor ve homurdanmalar başlıyor.
Çevre-şiddet- güç sarmalını görecek bir sonuç çıkaracak akıl Taksim’in çadırlarında bir yerde vardır.