İsrail’in Mescid-i Aksa’ya gerçekleştirdiği çirkin saldırı en başta dünyadaki bütün Müslümanlara yönelik bir hakaret ve meydan okuma. Çünkü bu yapı İslam’ın ilk kıblesi ve dünya üzerindeki üç kutsal mabetten biri...
Diğer yandan ABD’de Obama’nın seçim hezimeti yaşadığı gün bu cüreti göstermesi de aynı zamanda Okyanus ötesine gönderilmiş bir mesaj niteliği taşıyor olmalı. Zaten, hatırlayacak olursanız, İsrail iki yıl önceki Başkanlık seçiminin ertesinde de Gazze’ye büyük bir saldırı başlatmıştı. (Hadiselere biraz daha “kuşkucu” yaklaşırsanız, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Mavi Marmara davasında görevsizlik kararı vermesinin de aynı tarihe denk gelmesini manidar bulabilirsiniz.)
Dün de ABD’deki seçim sonuçlarını sıcağı sıcağına değerlendirirken yazmıştım, Obama’yla İsrail’in başı bir türlü hoş olmadı. Göreve geldiği ilk andan itibaren Filistin sorununa ilişkin “iki devletli çözüm” yanlısı tavır sergilemesi iplerin erkenden gerilmesine yol açmıştı.
Obama’nın göreve başlamasından bir hafta sonra yaşanan “dönemin Türk başbakanı” Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki “one minute” çıkışına Beyaz Saray’ın tepki göstermesini bekleyen Yahudi lobileri yeni başkanın hiç oralı olmayışına bozulduklarını açıkça ifade etmişlerdi. Yetmezmiş gibi, başkan seçildikten sonra ilk ziyaretlerinden birini “cezalandırması istenen” Türkiye’ye yapmıştı.
Hem kendi ülkesinde hem de dünyanın birçok yerinde süregelen sıkıntılara çözüm bulunabilmesi yolunda yeni bir ümit olarak algılanıyordu. Beyaz Saray’daki ilk yılını doldurmadan aldığı Nobel Barış Ödülü yaptıkları için değil yapacaklarını teşvik için verilmişti zaten.
Ne var ki Obama iktidar oldu ama muktedir olamadı. Radikal reformatör olarak geldi, idare-i maslahatçı olup çıktı. Çünkü gücü yetmedi kendisinden beklenenleri yapmaya. Aslında daha en başta, belki de Demokrat Parti içinde aday adaylığı yarışındaki rakibini kabinesine dışişleri bakanı olarak almak zorunda kaldığı gün, Obama’nın muktedir olamayacağı belli olmuştu.
Siyaset kurdu Süleyman Demirel’e atfedilen bir söz vardır. “Bir iktidarın en güçlü olduğu zaman ilk günüdür. Sonraki günler gücü yavaş yavaş azalır” diye... Obama’nın da ilk günlerdeki gücü zaman içinde eridi.
Mesela yine İsrail’i kızdıran bir başka girişimin arkasında duramadı. İran’ın nükleer çalışmaları konusunda Türkiye’nin arabuluculuğunu ve üzerinde çalıştığı çözüm formülünü destekleyen Obama aradan biraz zaman geçince bu konuda Türkiye ve Brezilya liderlerine gönderdiği mektuptaki görüşlerin tam aksini yaptı. Bu iki ülkenin İran’a kabul ettirdiği takas formülünü kabul etmedi. Bunun üzerine BM’de aleyhte oy kullanan Türkiye “eksenini şaşırmakla” suçlandı.
Ardından Obama daha önce “vazgeçtik” dediği füze kalkanı projesini yeniden gündeme getirdi ve “başka yerde olmaz, ille de Türk toprakları üzerinde olacak” diye tutturdu. Ankara ise Obama’nın bu tutarsız tavırlarını her defasında hoş görme eğiliminde oldu. Çünkü Beyaz Saray yönetiminin elini kolunu bağlayan şartlar ve zorluklar dışarıdan da kolayca görülebiliyordu.
Son seçim sonuçlarının ardından Kongre’de “topal ördek” durumunda kalan Obama yönetimi bundan sonraki iki yıllık sürede geride kalan altı yılda yapamadıklarını yapabilir mi? Bazılarının hala ümidi var. Mesela bundan sonra Birleşmiş Milletler’de İsrail aleyhinde alınabilecek kararları veto etmeme eğiliminde olduğu söyleniyor. Bununla ABD’nin itirazına rağmen işgal altındaki topraklarda yeni Yahudi yerleşimleri kurmaya devam eden Netanyahu’yu cezalandıracakmış.
Bunu yapabilirse ben de memnun olurum şahsen. Ama genellikle perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğu için bu konuda fazla ümitli olunmasını da tavsiye etmem.