Son sözü baştan söyleyelim: Anayasa’nın cumhurbaşkanına “iki kez” seçilme hakkı tanıdığı bir ülkede belediye başkanlığı makamının ucu açık olması hatadır. Eğer, siyaset, en tepedeki makamı, “iki kez seçilebilme” şartına bağlamışsa, yerel yönetimlerin bu uygulamanın dışında tutulmasını da anlamak mümkün değildir. Hepimiz biliyoruz, siyasette çürüme cumhurbaşkanlığı makamından kaynaklanmıyor, aksine, ucunu açık bıraktığımız yerel yönetimlerden ve (tüm partiler için söylüyorum) parti teşkilatlarının makamlarına yerleşmiş yerel güçlerin/lobilerin temsilcilerinden kaynaklanıyor...
“Değişim”demokratik/temiz siyaset için bir zorunluluk... O zaman, “değişimi kendiliğinden sağlayacak” mekanizmaları da siyasetin kılcal damarlarına kadar yaymak durumundayız...
“Efendim, halkı için çok iyi çalışan bir belediye başkanının görev süresini niye kısıtlayalım”diyenler çıkacaktır, Erdoğan kötü mü çalışıyor, ama kaç kez seçime girip o makamda kaç yıl oturacağı şimdiden belli, bir ilçe belediye başkanı Erdoğan’dan önemli mi?..
Erdoğan büyük bir işe soyundu...
Oysa, Erdoğan, partisinin Karadeniz teşkilatlarına verdiği mesajla Türk siyaset tarihinde hiç bir liderin denemeye bile cesaret edemediği bir hareketi başlatmış görünüyor, harbi ve hasbi davranarak, partisinin içinde “değişimin” yolunu açacağını duyuruyor. Bu, ne, Türk siyasetine 35 yıl damgasını vurmuş Demirel’in, ne de Menderes-Özal’ın göze alamadığı bir süreç...
Erdoğan,15 yılı aşan tek başına iktidar gerçeğinin, partisinin kadrolarında önlenemez çürümelere yol açmış olabileceğini üstelik kamuoyuyla açıkça paylaşarak bu yola giriyor, bu, “liderlik” kavramının gökten zembille inen bir kavram olmadığını da gösteriyor, önemlidir, Türk siyaseti açısından çok yeni bir bulvarın açılması anlamına gelmektedir.
Kuşkusuz, ihanetlerle karşılaşacak...
İktidarın teşkilata ve yerel yönetimlere kazandırdığı lobileşme, “değişim” fikrine direnecek, Erdoğan hiç beklemediği siyasi çıkışlarla da karşılaşacaktır.Bunu bildiği için meseleyi 20-21 Mayıs 2018’te yapılacak Ak Parti olağan kurultayına kadar, teşkilat/delege seçimleri sürecine yığmayı tercih ediyor.
Bu süreçteFETÖ ile iltisaklı tüm unsunları, adı yolsuzluğa karışmış yerel isimleri, birer kibir abidesine dönmüş yöneticileri temizlemeyi planlıyor, aradığı tam temizliği yapabilir mi, AK Parti’nin “milletin nefesini ciğerinde hisseden değişimci kimliğini” yeniden güçlendirecek taze kadrolara bu yolla ulaşabilir mi, bilemem...
O da biliyor, kendi çıkarını partisinin üzerinde görenlerin, günü geldiğinde şaytani planlarla karşısına çıkabileceğini, bu süreçte partisini yıpratabilecek tüm unsurların harekete geçebileceğini...
“Bütün teşkilatı feshedin...”
Erdoğan’a “ölümüne yakın” bir partili dostumla konuyu sohbetlerken söylediği “Bence, yerel kurultaylar üzerinden gitmek gereksiz, 81 il teşkilatının tamamını feshedip, Cumhurbaşkanı’nın güvendiği isimlerden kurulu bir komisyon marifetiyle, özellikle FETÖ’ya iltisaklı/kripto unsurların partiden yüzde yüz temizlenmesi yolunun açılması gerekli” sözü alarm verici.
2018 Kurutltayı’nın ertelenebileceğini, AK Parti’nin millet huzuruna, FETÖ’nün siyaset içindeki kripto unsurlarını temizlemiş bir parti olarak çıkacağını da ekliyor.
Aslında çıkış noktası, benim de desteklediğim bir gerçek: Millet, TSK’nın tuğgenerallerinin yüzde 78’ine bulaşmış FETÖ’nün siyasetin bütün kademelerine bulaşmış olduğuna ve siyasetin şu ana kadar, (sözümbütünpartilere)bu konuda gerekli refleksi göstermediğine inanıyor.
Ben bir partili değilim, ama, Recep Tayyip Erdoğan’ı, emperyalizmin maşası FETÖ-PKK’ya karşı kararlı mücadelede, Türkiye’nin vesayet rejiminde kaybedilmiş milli çıkarlarını yeniden kazanmada bir “milli güç” olarak görüyorum.
O’nun alabileceği siyasi darbenin aynı zamanda Türkiye’nin alacağı bir darbe olduğunu da biliyor, bu nedenle, Devlet Bahçeli’nin Erdoğan’ın arkasında dimdik durmasını takdirle izliyorum.
AK Parti, 15 Temmuz’da okyanusu aştı, bu dereyi de geçmek zorunda.İlhami Işık’ın da altını çizdiği gibi artık “bir Türkiye’yi” inşa etmek durumundayız.
Kürt coğrafyasında kucaklayıcı siyaset yürüten AK Parti’de Anadolu Aleviliği’nin gerçek temsilcilerinin, 15 Temmuz’a direnmiş “Kemalist” olarak adlandırılan kesimin milli-yerli unsurlarının da yer alması gereken yeni sürecin fitili nasıl ateşlenecek, asıl konuşmamız gereken bu...
“Yeni Kurtuluş Savaşı”nda söz ediyoruz, bunu ancak, “ihaneti temizleyerek” ve “milleti bütünleştirerek” zafere dönüştürebiliriz...