Hakemlere en ufak bir hatasında gaddarca yükleniyoruz ama; Volkan Şen gibi acemice gol kaçıran futbolculara bol kepçeden hoşgörümüz var. Al da at diye önüne bırakılan topu, dağlara-taşlara gönderen adamı; başka yerde seyirci olarak bile stada sokmazlar.
O ana kadar 3 pozisyon daha kaçmıştı ama, hiç kimseyi suçlayacak bir durum ya da öfke oluşmadı. Çünkü futbolun içinde olan ve olağan şeylerdi. Volkan’ın yaptığı ise, takımın kaderiyle oynamaktı.
Devre, karşılıklı ataklarla dengede geçmiş gibi görünse de; F.Bahçe’nin yakaladığı fırsatlar daha tehlikeliydi. Bunu, Muslera’nın kurtarışlarından da anlayabiliriz. Maç genel çerçevesiyle, ideal futbol çizgisinden epey uzakta kalmış olsa da; “Böyle derbi mi olur?” sızlanmasına yer vermeyecek ölçüde ortalama çizgiyi tutturdu. Yani berbat değil, şahane de değil! Oyunun başlarında, Yasin rakibini arkadan bilinçli tekme ile yere indirdi. Başka hakem olsa, doğrudan kırmızı kartla atılacak risk içindeydi. Mete Kalkavan bırakın kırmızı kartı, sarı dahi göstermeden sadece faulle geçiştirdi. Yasin buna bile, büyük bir öfkeyle tepki gösterdi. Bu nasıl şey?
Taraftar “Vur, kır, parçala; bu maçı kazan” diye bağırınca; vurup kırmayı kendilerinde doğal bir hak olarak görüyorlar galiba...
Maçın ikinci yarısı da; birinci ile arasına karbon kağıdı konulup, kopyası çıkarılmış gibi başladı. Gene Fener bastırıyor, gene Muslera kurtarıyor, G.Saray gene karşılık vermeye çalışıyordu. Ama Cimbom, evsahibi olmanın hiçbir avantajını kullanamıyor gibiydi... Baskın, yüklenici, dominant taraf olamadı. Tedirgindi!
F.Bahçe de, pusuda bekleyen rakibinin olası tuzaklarına düşmemek adına; gol için zorlayıcı olma fırsatlarını, biraz fazla temkinlikle karşıladı. Oysa daha cesur/atak/inançlı olsa; G.Saray çözülecek gibiydi. Ama işlerin bir anda tersine dönmesinden ürktü.
Arena’daki derbi maç berabere bitti ama Beşiktaş kazandı.