Türkiye’deki görsel basın sayesinde ABD’nin tüm eyalet kompozisyonlarını, seçmen davranışlarını ve sosyo-ekonomik yapılarını öğrendiğimiz seçim süreci sona erdi ve başkanlık yarışını yeniden Obama kazandı. Bu arada belirtelim Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu Cumhuriyetçiler alırken Senato çoğunluğu yine Demokratlar’da kaldı.
Obama siyasetinin çok taraflılığa, barışçıl araç önceliklerine dayandığını belirtmiştik; muhtemelen bundan sonra da bu çizgiden fazla uzaklaşılmayacaktır. Bununla birlikte, bir daha seçilme kaygısı olmadığından Obama’nın ikinci döneminde daha cesur kararlar alması mümkün gözüküyor. Bu cesur adımların çoğu iç politikayla ilgili olacak gözükse bile, dış politikada da benzer eğilimler görülebilir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Obama’nın teşekkür konuşmasında da vurguladığı gibi, ABD bundan böyle daha içe dönük bir perspektiften hareket edecek gibi gözüküyor. Bu ifadeden kasıt, küresel düzlemdeki faaliyetlerinden vazgeçeceği değil; bu faaliyetleri bizzat kendisinin gerçekleştirmesinden vazgeçeceği.
Kumanda odasına çekilme
Bir tür “idareyi evden yürütmek” biçiminde nitelenebilecek bu eğilim, aslında Irak’tan asker çekerek ve Afganistan’dan da çekmeye yönelerek önceden yaşama geçirilmiş bir siyaset. Çatışma alanlarındaki asker ve sivil personel sayısını azaltmak ve onun yerine bu kişilerin yaptıkları işleri güvenilir ortaklara terk etmek söz konusu. Yetki ve faaliyetlerini devrettiği güvenilir ortaklarla muhatap olmanın gayet tabi siyaseti belirsiz kesimlerle muhatap olmaktan daha az yorucu ve daha az maliyetli olacağı ortada.
Kendi varlığını yerel ya da bölgesel oyunculara devreden ABD’nin ortaklarına güvenmesini sağlayacak bazı önlemler aldığını ve alacağını da hatırlatmak gerekiyor. Bu silahlandırma, istihbaratın ABD üstünden sağlanması garantisi ya da füze savunma sistemi gibi projeler olarak yaşama geçirilmesi büyük ihtimal. Kendisinin üstün yetenekli denizaltı ve uçak gemileriyle Pasifik’e çekilip çatışma ya da rekabet alanlarını uzaktan gözleyip planlamayı yapan komutana dönüşeceği öngörülebilir.
Bu durumda ABD’nin öncelikle eski müttefikleriyle yeniden güven sağlaması, bu müttefiklerin bazı taleplerine rıza göstermesi; karşılığında da onların ABD’ye daha paralel politikalar uygulaması gerekir. Ayrıca, yeni müttefikler kazanması da bu politikanın olmazsa olmaz tamamlayıcısı durumunda. Üstelik bu yeni müttefikler Mısır’daki gibi yeni rejimler olabileceği gibi, bugüne kadar fazla yakınlaşmamış olduğu bir dizi Orta Asya, Uzak Doğu ya da Afrika devleti olabilir.
Artan sorumluluk
Geri çekilip küresel rolünü bölgesel ve yerel güçlere devretme siyaseti, karşılıklı bağımlılıkları artıracak bir sürece işaret ediyor; bu zaten küresel sistemin gereği. Ancak rolünü devrettiği oyunculara ABD’nin kimlerle ittifak kurup kimlerden uzak duracağı konusunda “yol gösterici” olacağı da hatırlatmalı. Bu da Türkiye gibi bıçak sırtı ilişkilerle bir denge yaratmaya çalışan ülkelerde tercih sorunu ortaya çıkarabilir.
Örneğin, İran’ın Çin’le ilişkisinin kesilmesinde ve Şii alanının daraltılmasında Türkiye’nin daha aktif rol oynaması söz konusu olursa, bu İran-Türkiye dengesinin bozulmasına, Türkiye’nin Irak yönetimiyle daha sıkıntılı bir döneme girmesine ve hatta Kuzey Irak’ta kurulması olası bir Kürt devletini ilk tanıyan olması söz konusu olabilir.
Benzer biçimde, Ermenistan ile yeniden “açılım” ve İsrail ile normalleşme konularının gündeme gelmesi, dolayısıyla Azerbaycan ile Arap halkları önceliklerinde yeni yol haritalarının belirlenmesi beklenebilir.