Bu hafta vizyona giren Çekmeköy Underground filminin yönetmeni Ayşim Türkmen, arabesk rap’i odağına alarak sokakların, sinemadaki sesi olma iddiasında. Türkmen, bir duvarda “Çekin lan duvarınızı, insan gibi yaşayın” yazısını gördükten sonra bu filmi çekmeye karar verdiğini söylüyor.
Ayşim Türkmen, antropoloji okuyup sinemaya atılmış genç bir yönetmen. İlk filminde çok zor bir projenin altına imzasını atmış. Arabesk rap kültürüyle sokakların sesini sinemada duyurmaya çalışıyor. İstanbul-Çekmeköy gibi yeni yerleşim bölgelerindeki bu küçük gruplar yeni bir underground kültürün doğuşuna vesile oluyor. Yönetmenle hem filmini hem de alttan alta gelen bu yeni akımı konuştuk.
- Neden arabesk rap’i konu ettiniz?
Ben bir şehir antropoloğuyum, İstanbul sokaklarında dolaşıyorum. Daha önce şehir üzerine belgeseller çektim. Öte yandan Çekmeköy, Göktürk, Kavacık gibi ikinci köprü yani Fatih Sultan Mehmet Köprüsü yapıldıktan sonra İstanbul’un yeni oluşan ikinci katmanını merak ediyordum. Oralarda dolaşmaya başladım ve bir sitenin duvarına yazılan ‘Çekin lan duvarınızı, insan gibi yaşayın’ı gördüm. O lafı yazan çocukları buldum ve onlarla takılmaya başladım. Hepsi ayrı ayrı birbirinden ilginç hikayeler anlatıyordu. Bazıları çok dramatikti. Bana hapiste olan bir ağabeylerinden bahsettiler, duvardaki yazıyı da muhtemelen o yazmıştı. Kardeşi Tarık da o kadar değişik hikayeler anlattı ki bir belgesel yapmak istedim. Ancak çocukların bunları kamera karşısında dile getirmeyeceğini hissettim ve film çekmeye karar verdim.
- Daha önce varoşları bu şekilde anlatan bir yapım yok.
Ben varoş yerine gecekondu diyorum. Artık varoşun anlamı değişti. 70’lerde gecekondu başka bir şeydi, varoş kelimesiyle, gecekondu bambaşka bir düşünceye dönüştü. Kriminal bir ortamın olduğu yerler gibi bir anlama gelmeye başladı.
AİLELERİ BAŞKA KENDİLERİ BAŞKA
- Rap, ABD’de siyahilerin bulduğu bir müzik türü, siz bu filmde ‘arabesk rap’i konu ediyorsunuz.
Bir süre New York’ta yaşadım ve siyahi arkadaşlarım da vardı. Oradaki ırksal sorunlar bambaşka, imkanlar da. Hip hop dahi çok farklı. Burada hip hop öyle değil, üstüne üstlük arabesk rap dediğimiz müzik türünün piyasası da yok. Hiç kimsenin bilmediği ama içinde müthiş bir yaratıcılık taşıyan, insanların gerçekten çabaladığı bir sürü klibi çekilen, çok parçası olan bir alan var. Biz de bu alan üzerine çalışmaya başladık. İşin enteresan tarafı bu çocukların aileleriyle hiçbir ilişkisi yok. İlişki kurmuyorlar anlamında değil, aileler filmde de gördüğünüz gibi, bambaşka bir şekildeler. Bu bana çok özgün geldi.
- Bu söyledikleriniz aslında arabeskin ilk çıkışını hatırlatıyor. Arabesk dinleyenler de başta aynı derecede toplumun alt katmanıydı. Aynı şekilde kendi kişiliklerini farklı bir yolla ortaya koyuyordu. Bu biraz globalleşmenin Türkiye üzerindeki etkisi olarak da kabul edilebilir mi?
Tabii ki ama arabesk ile bunu karşılaştırmak daha düşünülmemiş bir şey. Serbest kültür de daha tartışılmadı. Tam anlamıyla bir-iki yapıtı var ki bu çok az bence. Fakat şuna inanıyorum arabesk rap henüz yerel değilken bu çocuklar dünyayı takip ediyordu. Filmde müzisyenlere ‘Kore dansları yapılan müzikleri’ istiyorum dedim ve alasını yaptılar.
KÜLLÜ HARAP DA NEDİR?
- Filmin başında Müslüm Gürses’in posterini duvara asıyorlar. Orada aslında belki bilinçli belki bilinçsiz çok organik bir bağ görmüşsünüz zaten.
Orada bir dolu duvar yazısı vardı. Aslında gezdiğinizde ve duvarlarda ‘Ay bunlar buraya ne yazmış’ diye okuduğunuzda oradan bir sürü hikaye çıkıyor. O yazılardan biri de ‘Küllü Harap’tı. “Nedir bu arkadaşlar, her tarafta Küllü Harap yazıyor” deyince Müslüm Gürses’in bir şarkısının adı olduğunu öğrendim. Bir yandan arabesk rap dinlerken diğer yandan Küllü Harap dinliyorlar. Çok enteresan bir hayat biçimleri var. Bu çocuklar hizmet sektöründe çalışan yeni işçi sınıfı. Genelde cumartesi de çalıştıkları için pazar günü öğleden sonra bir yerde toplanıyor, dans ediyor ve doğum günü partileri yapıyorlar kendi aralarında.
Filmin müzikleri nasıl ortaya çıktı?
Yaz boyunca müzik üzerine çalıştık, çok zordu. Başta bu kadar zor olduğunu düşünmemiştim ama müziğin çok fazla önemli olduğunu fark ettim. Açıkçası ‘Arabesk rap tarzı bir şey oluşturabilecek miyiz?’ diye korkuyordum. Daha da önemlisi bunu estetik bir halde yapabilecek miydik? Çünkü çok kötü örnekleri de var. Daha sonra Acarkan’lar bu müzikle geldiler ve bütün ivmeyi ondan sonra yakaladık. Çekimler ertelenmişti, hepimiz biraz düşmüştük ve bu müzikle beraber tekrar ayaklandık, tekrar başladık. Acarkan’lar bu film için Adana’dan İstanbul’a yerleşti. Ozan vardı o Londra’dan geldi ve hakikaten ortaya çok özgün birşeyin çıktığını düşünüyorum.