Hem ekonomide hem siyasette yalnız son bir haftadaki tartışmalara ve gelişmelere bakın nasıl bir yol ayrımında olduğumuzu anlarsınız. Örneğin ABD’deki ‘mali uçurum’ tartışması bile, çok açık olarak, eski ile yeni arasındaki tartışma. Öte yandan, ‘kötümser’ rapor üretmekle meşhur Morgan Stanley, 2013 için iki temel gelişmenin olmaması halinde, küresel ekonominin yüzde 2 daralacağını söyledi. Morgan Stanley’in olması için şart koştuğu iki temel gelişme; ABD’nin 31 Aralık gece yarısı, yani 2013’e girdiğimiz ilk gün bir vergi kıyameti yaşamaması; ikincisi ise, Avrupa Merkez Bankası’nın yeni tahvil alımına gitmesi ve faiz indirmesi. Bu ikisi olmazsa Morgan Stanley’e göre, yalnız ABD ve AB için 2013 yılı ‘kıyamet’ yılı olmayacak, tüm dünyayı kapsayan bir çöküşün içine gireceğiz. Bu önemli bir tespit çünkü bildiğiniz gibi, bu kriz 1929 krizi gibi, hızlı bir çöküş (crash) değil, sürece yayılan bir değişim süreci. Tabii ki bu değişim süreci, eskinin stratejik alanlarında, çok boyutlu kriz(ler) oluşturuyor. Ama değişim süreci sekteye uğrar ve ani bir çöküş- 1929 krizi gibi- yaşarsak inanın her şey değişir. O zaman şu mali uçurum (fiscal cliff) ve AB borç çöküşüne kısa olarak bakalım. Bakın buradan bizimle ilgili çok önemli bir yere varacağız.
Obama, bu yılsonuna kadar süresi dolan, Bush vergi yasalarını yenilemezse ABD otomatik olarak Bush öncesi -2001 tarihli- vergi yasalarına dönecek ve bu vergi sistemi, ABD vatandaşlarının daha fazla vergi ödemesine yol açtığı gibi, bütçede milyarlarca dolarlık kesintiye yol açarak durgunluk riskini yukarı çekecek. Burada Demokratlar, yenilemenin zenginlerden daha fazla vergi alınarak yapılmasını isterken, Cumhuriyetçiler mevcut durumun sürmesini istiyor. Ancak bence sorun bu kadar basit değil çünkü bu tartışma ABD’nin, çok ironik olarak, 2001 yılına yeniden dönüp dönmeyeceğini de kapsıyor. 2001 Eylül’de kuleler vuruldu ve yeni bir dönem başladı. Bu dönem, bugünkü krizi, militarizmi yukarı çekerek hazırladı. Ortadoğu’da bugün olanların alt yapısını oluşturdu. Ancak bitti. ABD ve dünya buraya dönmeyecek. İşte Obama, bunun için yeniden Bush dönemi vergi sistemi ile -daha doğrusu ekonomik sistemiyle- kıyamet riskini bile göze alarak devam etmek istemiyor. Ama 2001 öncesi de, Bush dönemini hazırlayan bitmiş bir paradigma, buraya da geri dönemez. O zaman ‘yeni’ bir şey yapacak. İşte sorun budur ve bu sorun büyüktür. Aynı şekilde, AB ne kriz öncesine dönebilir ne de şimdi olduğu gibi, ‘iki arada bir derede’ durumu idare edebilir. AB, eğer ki, devam etmek istiyorsa, ilk önce krizin görünür yüzü olan borç sorununu Ortak Tahvil Mekanizması ile Avrupa Merkez Bankası merkezli olarak çözecek. Yani Morgan Stanley’in dediği yeni tahvil ihracını bu şekilde yapacak. AMB’sı tüm mali sistemi denetleyecek ve yönetecek. Almanya’nın 4. Reich hayalleri mahkûm edilecek, yeni bir AB, ilkönce ortak bir mali sistem ve yeni AB Anayasası ile sonuçlanacak siyasi birlik yoluna çıkacak. Burada Türkiye’nin de gücü ve etkisi kabul edilerek, yeni bir genişleme stratejisi de gündeme gelecek. Şimdiki yol-Morgan Stanley’den de ileri gideyim- yalnız 2013 için değil, önümüzdeki 10 yıl için savaş ve kriz cehennemi olur.
Peki, bütün bunların ışığında Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmeleri nasıl değerlendiririz. İlkönce, ABD’nin bütün bu ‘büyük’ değişim öncesi, İsrail’in, en az zarar görmesi ve bu geçişi en az zararla atlatması için, son Gazze saldırısına göz yumduğunu söyleyelim. Ama hepsi bu. Böylece ABD her iki taraftaki askeri ve siyasi dengeleri gördü, Örneğin İsrail’in, bu savaşta ortaya çıkan, savunma açıklarının kapatılacağı sözünü verdi. İsrail şunu başından beri söylüyor; Bu denge belirsiz bir şekilde bozulursa ben daha güvensiz olurum. Esad sonrasını bana anlatın, sürece katılayım. Hatta Türkiye’nin istediklerini yerine getirip, ilişkileri düzeltelim’ İsrail, Türkiye’nin özür ve tazminat istekleri dışında bir tek Gazze ablukasına gayrı-resmi olarak itiraz etmektedir. Ama Baas gittikten sonra, Türkiye ve Mısır çizgisindeki bir demokratik Suriye çizgisi İsrail’i bu üçüncü şart için masaya oturmasına yol açacaktır.
Yeni özelleştirme dalgasına dikkat!
Bakın tam burada Türkiye’deki süreç hem ekonomik hem de siyasi olarak kesintiye uğramamalıdır. Ekonomi de iki temel alana dikkat çekmek istiyorum. Şimdi yeni bir özelleştirme dalgası geliyor.
Bu özelleştirme dalgasını yalnız bütçeye bağlayamayız. Bu son dalga, devletin şimdiye kadar, elektrik, otoyollar, limanlar ve banka- finans ağları gibi stratejik alanlarda oluşturduğu alt yapıyı özel alanlara devretmesidir. Bu, aslında, erken seksenlerde başlayan liberalizasyon dalgalarının belki en önemli halkalarından birisidir. Bu yola Türkiye girmiştir, buradan dönüş yoktur ama bu özelleştirmelerin devlet tekelini, tekellerini özel tekele ve tekellere dönüştürecek mekanizmalarla yapılmaması esas olmalıdır. Örneğin İDO özelleştirmesi bana göre tam bir skandaldır. Mesela son Halk Bank hisselerinin satışı da, daha uzun bir süreçte ve yerli, küçük yatırımcılara dönük olarak yapılması gerekirdi; yapılmadı... Ben bu son özelleştirme dalgası için dikkat diyorum. Türkiye burada yeni tekeller oluşturursa, kamu alt yapısını ve kamu finans ağını ‘bazı ellere’ devredersek Başbakan’ın çok şikâyet ettiği o oligarşi yeniden ve daha güçlü olarak karışımıza dikilir ve bizi yukarıda anlattığım süreçten alarak küresel savaş ve finans cephesinin yanına götürür. İkincisi, hep söylüyorum, Türkiye bütünlüklü yeni bir sanayileşme programına geçmelidir. Cari program eklektik ve yetersizdir, daha doğrusu ortada özgün bir program yoktur.