İlk yazı izne çıktığım gün yayınlanmıştı. İkinci yazı da izinde olduğum bir hafta sonra.
M. Şükrü Hanioğlu'nun ilki “İki Türkiye” nasıl ayrıştı ve kutuplaştı”, ikincisi de “Bir Türkiye” nasıl yaratılabilir” başlığını taşıyan yazılarından söz ediyorum.
Yazılar Sabah gazetesinde yayınlanmıştı. Sabah, Hükümet'e çok yakın bir gazeteydi.
Yazılar oldukça ilgi çekiciydi, Hükümet'e mesaj veren içeriği, yazıları daha da ilgi çekici hale getirmekteydi. Konu, benim de çok önemsediğim toplumsal farklılaşma, uzlaşma arayışı ve siyaset dili ile ilgili olduğu için daha da önem arz ediyordu.
Hanioğlu'nun da ifade ettiği gibi Türkiye açısından mesele 100 yıllık bir problem olduğu ve halen de sıcak gündem halinde bulunduğu için her zaman ele alınabilir niteliktedir.
Hanioğlu yola Fransa'dan çıkıyor, “İki Fransa” olgusuna işaret ediyor, “Tek Fransa” haline getirme mücadelesinin ancak 2. Dünya Savaşı sonrasında bir ölçüde hafifleyebildiğini kaydediyor.
Hanioğlu'nun asıl varmak istediği şey, Türkiye'de “İki Türkiye” olgusu bulunduğudur. Bu “halının altına süpürülmemesi gereken” önemli bir sorundur ve ona göre “sıklıkla başvurduğumuz bir yöntem olan ' olgu inkarı,' sorunu ortadan kaldırmadığı gibi onun çözülmesini zorlaştırmaktadır.”
HanioğluTürkiye'de“İki Türkiye”yi“Tek Türkiye” haline getirme misyonuna Cumhuriyet'in kurucu kadrolarının soyunduğunu, bunun için “tek tipleştirme” istikametinde bir toplum mühendisliği uygulandığını, karşı kutbun marjinalleştirilmek istendiğini, nesiller dönüştürülerek bunun başarılacağına inanıldığını, ancak bunu başaramadığını, aksine kutuplaşmayı artırdığını kaydediyor. Şöyle diyor:
“Erken Cumhuriyet ise toplumu bütünüyle dönüştürmeyi hedefleyen ve çatışma eğilimi yüksek, farklı bir kutuplaşma yaratmıştır. Bir kutbun sesini yükseltmesine izin verilmediği dönemde diğerinin "zafer" kazandığı zannedilmiş, ancak bu gerçekleşmediği gibi çatışma da küllenmemiştir.”
Hanioğlu bu yazıyı bugün yazıyor. Belli ki mesajı da bugüne. Fransa örneği de, Cumhuriyet'in kurucu kadrolarının tek tipleştirme operasyonlarına işaret edilmesi de bugüne mesaj taşımak için.
Hanioğlu, bugüne bakarken “aktörlerin rollerinin değiştiği, buna karşılık, “senaryo”nun aynı kaldığı bir tasavvurun yeniden üretimi”nden söz ediyor. Bunu “yanlış yöntemle doğru neticeler elde etme alanında ısrarcı olma yaklaşımına verilebilecek çarpıcı örneklerden birisi” olarak niteliyor. Şu görüş de ona ait:
“Aynı yöntemleri uygulayarak kutuplaşma ve çatışmanın asgarî düzeye indirildiği "Bir Türkiye" yaratma girişiminin benzer neticeler vermekle kalmayarak "İki Türkiye"yi tahkim edeceği şüphesizdir.”
Şimdi...
Hanioğlu'nun analizleri ve benim burada yer vermediğim çözüm önerileri şüphesiz tartışmaya açık. Çözüm önerilerine yer vermedim, çünkü o da başka ve geniş tartışmalar doğuracak.
Ancak ben, Hanioğlu'nun işaret ettiği ve “sıklıkla başvurduğumuz” dediği “inkar” yerine “olgu”nun varlığını kabulden yola çıkılabilir diye düşünüyorum.
Türkiye'de 15 yıldan beri iktidarı sürdüren bir misyon var. Bu bir misyon, evet. Bence her iktidarın arzuladığı“insicamlı bir toplum”u, diğer ifadeyle “Tek Türkiye”yi, bu iktidar da ister. “80 milyonun iktidarı-hükümeti” denirken söylenmek istenen de budur.
Ama yüzde 50-50 şeklinde “göbekten yarılma” gibi bir olgu da, ne kadar abartılı bulunursa bulunsun bir gerçeği ifade ediyor. Bu farklılaşmanın ideolojik mi, siyasi mi, kültürel mi, mezhepsel mi, etnik mi, hayat tarzına bağlı bir farklılaşma mı olduğuna karar vermek bile, masaya yatırıp değerlendirilmeyi gerekli kılıyor.
Önümüzde 2019 var. Yüzde 50 artı 1 mücadelesi var. Bu yarış sonuçlandıktan sonra ülkeyi yönetme sorumluluğu alacak olanlara da yine Hanioğlu'nun işaretine başvuralım “herkesin kendisine yer bulabildiği” “Tek Türkiye” lazım. Kaldı ki, mevcut kamplaşmanın dozajının düşürülmesi bile çok dikkatli bir siyaseti zaruri kılıyor.