Türkiye çok sıkıntılı bir dönemin içinden geçiyor.
Ama, kimse bu sıkıntının kalıcı olacağını düşünmesin.
Çok sayıda neden Türkiye’nin içinden geçtiği sıkıntılı dönemin kalıcı ol(a)mayacağını bizlere gösteriyor.
Türkiye seçmeninin akl-ı selimi, küresel dengelerin bölgesel tercihleri ülkemizde krizin çok daha derinleşmesine engeldir kanaatindeyim.
Türkiye bu dönemi aşacak ama......
Sıkıntıları aşmak için önümüzde iki farklı siyaset yolu var.
Bu iki siyaset yolunun bizleri götüreceği Türkiye’ler de kaçınılmaz olarak farklı olacaktır.
Kanımca, bugünün temel siyaset sorunu bu iki tarz-ı siyasetten birini, tüm muhtemel sonuçlarıyla beraber, seçmektir.
İki muhtemel tarz-ı siyasetten birincisi devleti, devlet kurumlarını tahkim ederek içinden geçtiğimiz krizi atlatmayı tercih etmektir.
Bu tarz-ı siyasetin sonuç vermeyeceğini söylemek, en azından kısa ve orta vadede, pek mümkün değildir doğrusu.
Hatta yine muhtemelen bu tarz-ı siyasetin sonuçları kısa vadede daha da net hissedilebilir.
Erdoğan Hükümeti’nin kısa vadede bu tarz-ı siyaseti tercih ettiği yönünde çok sayıda sinyal mevcuttur.
Internet yasası, HSYK yasa tasarısı, MİT yasa tasarısı, Askerlik Kanunu gibi son günlerde çok yoğun tartışılan düzenlemelerin ortak paydası devletin, merkezin tahkimi, güçlendirilmesi üzerine inşa edilmektedir.
İkinci tarz-ı siyaset ise devletin, devlet kurumlarının tahkimi yerine, tam aksi yönde önlemler geliştirmek, devleti, kurumlarını daha da güçsüzleştirmekten geçmektedir.
Tahkim edilecek kavram ve kurumlar devlet kavramı ve kurumları yerine demokrasinin, hukuk devletinin evrensel kurumları olabilir.
Bu ikinci tarz-ı siyasetin içinden geçtiğimiz kriz ortamına çözüm üretmesi kısa vadede çok da kolay olmayabilir, önlemlerin kısa vadede etkinliği tartışılabilir.
Demokrasiyi, hukuk devletini tahkim etmek demek kurumsal olarak, düzenlemeler bütünü olarak aslında AB sürecinin ipine sarılmaktan başka şey de olmayabilir.
Bu iki tarz-ı siyasetin, yukarıda değindiğim gibi, kısa vadede krizi aşma konusunda etkinlik düzeyleri farklı olabilir.
Ama, orta ve uzun vadede bu iki tarz-ı siyasetin iki farklı Türkiye üretmeye de aday olduğunu iyi görmemiz lazım.
Devleti, devlet kurumlarını tahkim ederek krizi aşmak yolunda alınacak mesafenin uzun vadede refaha, ortalama vatandaşın kişi başına gelirine katkısı daha sınırlı olacaktır.
Daha zengin, daha özgür ve daha güvenli bir Türkiye hedefine ulaşmak, umarım hepimiz bu hedefi paylaşıyoruzdur, devlet kurumlarını tahkim ederek daha riskli olabilir.
Devlet kurumları yerine demokrasinin, hukuk devletinin kurumlarını tahkim ederek, AB standartlarına yaklaştırarak alınacak mesafe ise kısa vadede krizi aşmak için daha riskli olmakla beraber uzun vadede daha zengin, daha özgür ve daha güvenli bir Türkiye için çok daha büyük bir güvence vermektedir.
Türkiye’nin, siyasi iktidarın, seçmenin önünde olan temel tercih kanımca bu iki tarz-ı siyasetten birini ama tüm muhtemel sonuçlarını da değerlendirerek seçmektir.
Daha zengin, daha özgür ve daha güvenli bir Türkiye hedefi ülkemizin küresel dengelerin, batı medeniyetinin ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçası olmaktan geçmektedir.
Dünyanın bir parçası olmak ise devlet kurumlarını daha az, demokrasiyi ve hukuk devletini daha çok konsolide etmekten, daha fazla tahkim etmekten geçmektedir.
AK Parti’nin yakın geçmişte en çok takdir ettiğim yönü yarını, çok kısa vadeyi değil, daha ziyade 2023 hedefini, bu tarihte oluşacak kişi başına geliri konuşması, hedeflemesi idi.