İki siyasetçi.Biri CHP’de, biri HDP’de. Deniz Baykal ve Altan Tan.
Her ikisi de şu sıralar farklı partilerde ama benzeri bir rol ifa etmeye çalışıyorlar.
Siyasi kişilik olarak benzer yanları, belli bir birikime sahip olmaları ve onu belli bir duyarlılıkla seslendirmeye çalışmaları.
Duyarlılık alanları salt partici bir temelde oluşmuyor, “Türkiye’yi önemseyen” bir çerçeveyi içeriyor. Baykal daha yerelci - ulusalcı, Altan Tan yereli de içine alan, ancak tüm coğrafyayı, belki ümmeti gören bir yaklaşım içinde.
Baykal CHP’li. CHP’nin “klasik” kodları üzerinde hassas. Ama şimdilerde o kodların “millilik” damarını öne çıkarmayı önemsiyor.
Altan Tan, “İslamcı” bir mecradan geliyor, Kürt, ancak İslamcılığı suçlayıp laik alanda kendisine uluslararası payandalar bulmaya yönelen bir siyasi hareket içinde, HDP’de yer alıyor.
CHP son zamanlarda kendi koordinatları içinde bile yalpalayan bir parti.
Baykal o partiye “Türkiye’nin milli çıkarlarını hatırlatma” gereği duyuyor.
Bu çok anlamlı bir çıkış. Çünkü CHP’nin, hani nerdeyse Cumhuriyet’in kodlarını oluşturan parti olma gerçeği var ve şimdi CHP’nin kıdemli isimlerinden, orada genel başkanlık yapmış olan birisi “Eksen kayması” gibi bir kaygı içinde ince uyarılarla devreye giriyor.
Ben Baykal’ın şu andaki çıkışında, partide görev alma iddiası görmüyorum. Baykal demek kuşkusuz “iddia” demek ama şu anda en azından böyle bir imkanı reel bulmayacak kadar siyasi tecrübe sahibidir. Çıkış, bence CHP’de ayarların kaçıyor olmasına karşı bir çıkıştır.
Baykal’ın Suriye üzerinden, üstelik “Sünni kent Halep” üzerinden hareketle CHP’ye “milli çıkar uyarısı” yapması, herhalde mevcut CHP liderliğinin başından beri Esed’e yakın duruşuna yönelik anlamlı bir itirazdır. Baykal’ın, tıpkı Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu gibi, Sezgin Tanrıkulu profili üzerinden, Doğu-Güneydoğu’da yaşananlar konusundaki kafa karışıklığına itirazı da anlamlıdır. Baykal’ın gözünde CHP’nin özellikle de milli meselelerde, adeta pusulasını kaybetmiş bir gemi gibi göründüğü anlaşılıyor.
Şunu söyleyebilirim: CHP Baykal’ı anlamaz, başkalaşma süreci devam ederse, zaman içinde bambaşka hale gelmesi, onun içinden de başka başka yapılar çıkması kaçınılmazdır.
Altan Tan ise HDP’ye “Kürt gerçeği”ni hatırlatıp duruyor. Parti yönetimi ile Kürt toplumu arasındaki farka ısrarla dikkat çekiyor. Ben Altan Tan’ın, siyasi iktidara yönelik uyarılarının da içinde bulunduğu partiden öte boyutlar taşıdığını düşünürüm. Ak Parti kadroları da Altan Tan’ı, bütün bütün ötekileştirerek dinlemek yerine daha alıcı gözle bakmayı tercih etmelidirler.
HDP için Altan Tan ise sağlıklı bir “Kürt okuması” için dikkatle dinlenilmesi gereken bir simadır.
Bir siyasi hareketin, temsiline soyunduğu topluma yeni ufuklar vermesi de tabiidir ancak, o toplumun kimyasını, ana parametrelerini, kalbi dokusunu sağlıklı okumak ve onları tahrip etmemek kaydıyla.
PKK da bu değildir, HDP de.
Birbirini doğuran bu iki oluşum da Kürtler’in kimyası ile oynamayı hedefleyen, belki paradoks gibi gelecek ama en radikal boyutlarda “Kürt asimilasyonu”na oynayan yapılardır.
PKK-HDP iç içeliği, silah zoruyla Kürtlerin yaygın olarak yaşadığı coğrafyada belirli bir etkinlik sağlamıştır. Ancak Altan tan’ın sık sık işaret ettiği “Kürtlerin yüzde 80-90’ının dindar muhafazakar olduğu gerçeği” bir gün gelip Kürt siyasetinin kapısını çalacaktır. Bunu anlamak için, “Türklerin kahir ekseriyetinin dindar muhafazakar olduğu” gerçeğinin, despotik Tek Parti uygulamalarının şekillendirdiği Türkiye siyasetinin kapısını çalması gibi. CHP nasıl Türkiye siyasi zemininde “Tek parti” hüviyetini koruyamamışsa, PKK terörüne dayanan “Tek Kürt partisi” olma hesabı da boşa çıkacaktır.
Deniz Baykal da Altan Tan da şu an partileri için “Akil adam” konumundadır. Partileri onları dinlese iyi olur, çünkü şu andaki savrulmalar onlar için hiç de hayırlı sonuçlar göstermiyor.