Örnekleri en açık biçimde dünya savaşlarında görülen geçici ittifaklar, anlaşılması hemen mümkün olmayan karmaşık ilişkilere yol açarlar. İki devlet, aynı anda bir ülkeyi işgale kalktığında, fiilen işgalciler arasında bir ortaklık kurulmuş gibi olur. İşgale uğrayan ülke ise eş zamanlı olarak çoğu kez iki farklı cephede mücadele etmek zorunda kalır.
İşgale uğrayan devlet, askeri savunmasını sanki tek düşman varmış gibi tasarlarken, siyasi arenada işgalcilerin her durumda ortaklıklarını sürdürmeyecekleri stratejisine dayandırır. Diğer bir ifadeyle cephede düşman “tek” olarak görülür ama siyaseten işgalci devletlerin kendi aralarında rekabet ettikleri bilinerek bu rekabetin keskinliğinden yararlanılmaya çalışılır.
İki işgalciden aynı anda kurtulmak için ya bu iki devlet birbirine düşürülmeye çalışılır ya daha büyük bir işgalcinin tehdidi ile diğerlerinin geri çekilmesi söz konusu olur ya da işgale uğrayan devlet kendisini kurtaracak güçlü bir müttefik bulur.
Söz konusu durumlara dair örnekleri Osmanlı’nın dağılma sürecinde Mısır’dan Kıbrıs’a, Anadolu’dan Ortadoğu’ya kadar çok geniş bir coğrafyada bulmak mümkün.
Rakiplerin fiili ortaklığı
Bugün devletlerarası dünya savaşları yoksa da adeta benzer etkiler yaratan “terör” savaşları söz konusu. Avrupa ülkelerinden ABD’ye, Rusya’dan Endonezya’ya kadar her yerde “terör” riski söz konusu ve bu durum da bir dizi fiili ittifakın kurulmasına yol açıyor.
Küresel güç mücadelesi ya da daha basit ifade edersek küresel ya da bölgesel düzeyde ekonomik rekabet içinde olan hemen her devlet, “terör”den nasibini alıyor. Hal böyle olunca da “terörle” mücadele, rakipleri belirli düzeylerde fiili işbirliği içine sokuyor.
Ancak diğer ülkelerde çok gözlemlenmeyen, açık örnekleri Türkiye’de yaşanan özel bir durum söz konusu. O da bir ülkenin eş zamanlı olarak farklı yerlerde iki farklı örgütün saldırısına uğruyor olması.
Benzer yöntemler kullanan DAEŞ ve PKK, farklı yerlerde yaptıkları eylemlerle Türkiye’yi iki düşman tarafından saldırıya uğrayan ülke durumuna düşürüyor. Seçtikleri hedefler birbirine benzemese ve sadece buradan hareketle bile amaçlarının farklı olduğu sonucu çıkarılsa bile, iki örgütün fiilen geçici bir ittifak kurduğu söylenebilir.
Rakiplerin farklı işlevleri
Böyle bir ittifak, tıpkı devletlerarası savaşlarda olduğu gibi, iki örgütün rakip olmadıkları anlamına gelmez. Bu, Sultanahmet bombacısının Esad tarafından işkence gördüğü iddia ediliyor diye, Türkiye ile Esad’ın ortak düşmana karşı fiili ittifak içinde olduğunu savunmaya benzer.
Bununla birlikte, iki örgüt arasında bir ilişki olabileceğinin üzerinde durulması gerekiyor. Suriye’de birbirini öldüren bu grupların Türkiye’de neden sırt sırta verip başkalarını öldürdükleri sorusu önemli.
Sonuçları itibarıyla PKK eylemleri ve ona yönelik terörle mücadele Türkiye’yi “Avrupa’dan” uzaklaştıran bir etki yaratıyor; DAEŞ eylemleri ve ona karşı mücadele ise Türkiye’yi Avrupa ile işbirliğine itiyor. Bu durumda hem Türkiye hem de “Avrupa”, ikili ilişkilerini ne yöne sevk edeceklerine karar vermek durumundalar. Bu durum, aynı zamanda Türkiye’nin yakın coğrafyasında da hangi devlet ve hangi halk kesimleriyle birlikte davranacağına karar vermesi anlamına gelir.
Kararı veren Türkiye olduğunda, bir karar almaya zorlayacak baskıların boyutu azalabilir; yönü de istenmeyen tarafa doğru olmaz. İki örgüt eş zamanlı olarak bir ülkede kan döküyorsa, o ülkenin stratejik tercihlerinde kararsız davrandığı izlenimi söz konusu demektir.