1- 1977’lerden, Millî Gazete’nin Ankara Temsilciliği’ni yaptığı dönemden beri yakın âşinalığımız olan ehl-i dil (gönül adamı) ve ehl-i kalem Ferhad Koç 12 Kasım’da; uzun yıllardır muhtelif gazetelerdeki yazılarını okuduğum- faydalandığım bir diğer ehl-i kalem, yazar Ahmed Kekeç de 14 Kasım günü, koronavirüs salgınına verdiğimiz iki kardeşimiz idi.
Her ikisine de Allah’u Teâlâ’dan rahmet niyaz ediyor, aile yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.
2- Bu vesileyle son zamanlarda gerek Koronavirüs ve gerekse aşı çalışmaları etrafında dünyadaki her çalışma grubu güzel ve ümidlendirici açıklamalar yaparken, sosyal medyada, bu çalışmaları alaya alan ve hattâ çok ırkçı ve yabancı düşmanlığı kokusu taşıyan öyle paylaşımlar var ki, ülkemizdeki yabancılardan kimsenin Koronaviüsten ölmediği gibi tuhaf iddiaları gerçekmiş gibi ileri sürebilmekteler..
‘Efendim, alınan bütün bu tedbirler de Türkiye’ye kurulan bir tuzak’ imiş, vs. saçma iddialar..
Bütün dünya bu salgınla boğuşurken, hâlâ böylesine avanak avcılığına çıkmış birilerinin hezeyanlarının paylaşılması, tedbirlerin sulandırılmaya çalışılması gerçekten esef vericidir.
Biz aklın ve İslâm şeriatının de gereği olarak tedbir almakla mükellefiz ve bu gibi saçma paylaşımların manevî sorumluluğunu da düşünmek zorundayız.
‘Takdir-i ilahî’ye elbette ona teslim oluruz. Ama, ‘takdir-i ilahî’ sınanmaz, tedbirler ise sınanır, denenir.. Bu hususta, kişiyi mânen de sorumluluğa sürükleyeceğine inandığım bu gibi paylaşımlara herkes, sorumluluk duygusu ve şuûruna sahip olarak yaklaşmak zorundadır.
3- Geçen hafta bir ünlü müzisyen öldü, 75 yaşında: Timur Selçuk..
Hemen belirteyim: Bu satırların sahibinin, kendi öz musıkîmizden zevkle dinlediği parçalar olsa da, musıkîyle, dinleyici olmanın ötesinde bir âşinâlığı ve ilgisi olmamıştır.
Ama, halk ozanlarının irfanî söyleyişlerinin bulunduğu parçaları da zevkle dinlerim. Ancak onları anlamak için de biraz yaşlanmak gerekiyormuş galiba..
İlk gençlik yıllarımızda Âşık Veysel’e götürürlerdi, Ankara’da Gençlik Parkı’nda verdiği konserlere.. Pek severek dinlemezdim ve ‘âmâ’ olduğu için o kadar çalabiliyor sazı, sanırdım, Sözleri de çok sığ gelirdi, bana.. Aradan 40 yılı aşkın bir zaman geçti vefatı üzerinden, Âşık Veysel gözümde her yıl daha bir büyüyor.
***Veysel’in hele de son zamanlardaki ‘türkü’lerinde, ‘Benim sâdık yârim kara topraktır.’ ve ‘İki kapılı bir handa gidiyoruz, gündüz gece..’ gibi hikmetli sözleri asırlar geçse de değerinden bir şey kaybetmeyecek olan ‘nefes’ tadında eserler olsa gerek..
***Timur Selçuk’a gelince.. Timur Selçuk’un en çok hatırlanan özelliği, herhalde, musıkimizde Münir Nureddin Selçuk gibi dev bir ismin oğlu olmasıydı.. Hâfızâmda herhangi parçasının melodisi de yoktur.
Böyleyken, genelde, solcu, sosyal demokrat havasında görülen, tanınan Timur Selçuk üzerinde durmak ihtiyacı nereden mi çıktı?
20 sene öncelerde, kendisiyle yapılan bir röportajda, Timur Selçuk, bir gönül yarasını feryad edercesine dile getirmişti. Çünkü Anadolu’da bir turneye çıkmışlar.. Timur Selçuk, namaz kılmak için bir yer aramış.. Etrafındakiler şaşırmış.. Sadece şaşırmakla kalmamış, onu dışlamışlar..
Onun o zaman, ‘Beni yeter ki Allah dışlamasın.. Umûrumda değil..‘ deyişini hatırlıyorum. Hattâ o konuşmasında Timur Selçuk, daha da ileri sözler söylüyor ve hayat kitabı olarak Kur’ân okuduğundan da söz ediyordu.
Bu arada babasının bir eserini okuyan bir kadını şarkıcının oldukça müstehcen bir kıyafetle ekrana çıkarılmasına da hiddetlenmiş, Münir Nureddin’in sanatını böylesine pespayeliklerle icra etmenize müsaade etmem.. ‘ diyordu.
O zamanlar uzun süreli olarak yurt dışındaydım, mecbûren.. Timur Selçuk’un bu çıkışına, ‘S. Muradbeyli’ imzasıyla yazdığım bir yazıda, onun yeni bir yol kavşağında olup olmadığı konusuna değinmiştim.
Bilgisayar teknolojisi bugünkü gibi gelişmiş değildi. O yazımı şimdi elimde yok ve o yazıma dayanak olan röportajın yayınlandığı dergiler de yok.. Belki Millî Kütüphane’lerde bulunabilir. O röportajlarından birisinde, Timur Selçuk, ‘Alçaklar, Allah hepinizin belâsını versin.. Gebereceğiniz güne kadar sizlerle savaşacağım..’ diyor ve asıl kardeşlerinin, Anadolu insanının temiz dünyasına bağlı olanlar olduğunu ifade ediyordu.
Ben o zamandan sonra Timur Selçuk’u duymadım; hattâ hayatta olup olmadığından bile habersizdim; geçen hafta vefat ettiği haberini alana kadar.. Ama, bir zamanlar üzerine alkışların ve ışıkların çevrildiği bir ismin bu kadar ortalıktan çekilmesini, bir zamanlar kendisini alkışlayanların ondan yüz çevirmeleri olarak yorumlamak pek de yanlış olmaz. İnşaallah öyle olmuştur. Bu hüsn-i zann ile, rahmetler diliyorum..
4- Tekirdağ’da Başkan Erdoğan tarafından evvelki gün hizmete konulan Şehir Hastahanesi’ne, bir Tekirdağ’lı olan Dr. Fehmi Cumalıoğlu adı verilmiş.. Fehmi Cumalıoğlu’nu yeni nesiller tanımayabilirler. Tanıyanlar da onun sadece merhûm Erbakan’ın yakın çalışma arkadaşlarından birisi olarak bilirler.
Merhûm Fehmi Cumalıoğlu bir askerî doktor, ‘Tabip Albay’ ve benim gençlik yıllarımda da Samsun Askerî Hastahanesi’nin baştabibi idi.
Onu, 60’lı yıllardan 1965’lerden beri tanırdım ve Samsun’da Mehmed Âkif’i anlatan iki saatlik bir konferansından çok istifade etmiştim..
Sonraları, emekli olup siyasete atıldığında, sohbetlerimiz de oldu, 12 Eylûl 1980 Askeri Darbesi öncesinde..
12 Eylûl Askerî Darbesi’nden sonra yıllarca tutuklu olarak yargılandı.
O askerî mahkemelerin nasıl olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.. Mahkeme başkanları, hukukçu filan da olmazlardı. Merhûm Cumalıoğlu’na, o duruşmalarda bir vesileyle, bu satırların sahibini tanıyıp tanımadığı sorulmuştu. O da, ‘Tanırım, filan kişiye- kişilere ve laik uygulamalara kesin karşı birisidir..’ demişti.
Tam doğru beyanlardı bu sözleri ve teşekkürlerimle selâmlarımı göndermiştim, aracılarla.. O ise, bundan kırılacağımı sanmıştı..
Fehmi Cumalıoğlu’nu rahmetle anıyor, C. Başkanı Erdoğan’ın bu kadirşinaslık örneğinden ders alınmasını ümid ediyorum. Yerinde bir isimlendirme..
***5- Bir okuyucu, geçen hafta bir yazımda, 300 yıl öncelerdeki şair Nâbi’den aktardığım bir beyt ile, evvelki gün özellikle İkinci Dünya Harbi sırasındaki ve diğer zamanlardaki nice güçlü liderlerin sonlarının nasıl trajik olduğu arasında bir bağ kurarak, o şiirin tamamını açıklamalı olarak yazmamı istiyor.
‘Sabret gönül..’ isimli o şiirin bir kısmını aktarayım:
Bağ-ı dehrin (dünya bahçesinin) em hazânın, hem bahârın görmüşüz..
Biz neşâtın da, gamın da rûzigârın görmüşüz..
Çok da mağrûr olma kim (ki), meyhâne-i ikbâlde.. (İnsanı sarhoş eden yüksek makamlarda)
Biz hezârân mest-i mağrûrun (gururla mest olmuş binlerin) humârın (sarhoşluktan kendilerin kaybettiklerini) görmüşüz..
(…)
Kâse-i deryûzeye tebdil olur câm-ı murad, (Arzular kadehi dilenci kâsesine dönüşür,) Biz bu bezmin (meclisin) Nâbiyâ, çok
bâde-hârın (yakıcı bâdelerini) görmüşüz.’