Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, şimdiye kadar aile ve şiddet ilişkisi üzerine en gerçekçi adımları atmayı hedefleyen siyasetçidir dersem yanılmış olmam. Şiddeti çözümlemenin, şiddeti tüm etmenleri ve tarafları ile analitik bir incelemeye tabi tutmadan imkansız olacağını bir kez daha düşündüm kendisini dinlerken.
Bizlere dayatılan şablonlar veya yurtdışından taşınacak örneklemelerle değil de kendi toplumumuz içinden kendi dinamiklerimizle, hatta tek tek her ailemizin kendi sosyolojisi aksamında değerlendirilmesi gereken olaylar var. Bu demektir ki her şeyden evvel mesele insan ise, insanın hakikatine uygun bir özeni göstermek zorundayız.
Bakan Göktaş: ''Önümüzdeki dönemde "Aile Danışmanı" hizmet modelini hayata geçireceğiz' diyor. Yukarıda bahsettiğim 'insana özen'le ilgili bir şey bu. Böylece tüm ülkemizin sosyal bir haritası da çıkmış olacaktır diye düşündüm kendisini dinlerken, eğer tamamlanabilirse, büyük iş, büyük proje... Bu takdirde, sosyolojik risk grupları da ortaya çıkabilir, korunmaya muhtaç olan kesimler, desteklenmesi öncelikli kesimler, suç eğrisi sürekli yükselen fertlerle yaşamak zorunda kalan kişilerin üzerindeki hayati tehditler ve erkenden alınabilecek önlemler gibi, çok anlamlı bir bilgi yığınağı çıkartacaktır bu tip bir çalışma...
Hemen her konuşmasında iki şeyin altını çiziyor: Şiddete siyaset üstü bir bilinçle bakıp, çözümlerini de politika malzemesi yapmamalıyız diyor, diğer hatırlatması ise şiddetin küresel bir mevzu olduğu gerçeği... Hakikaten de şiddeti günlük politik gündemin baskısı altında çekiştirip durarak hiçbir şey geçmiyor aslında elimize. Şiddetin siyaset üstü bir sorun olduğunu, sadece ülkemizde değil insanlığın sorunu olarak küresel bir travma olduğunun altını çizmek gerekiyor.
İsrail'in bir yılı aşkındır Gazze'de yaptığı soykırım çok açık bir şiddettir sözgelimi ve bu şiddet asla normalleştirilmemeli, kanıksanmamalıdır. Veya sosyal medyalardaki cinsel şiddet, video oyunlarındaki savaş ve kavga asıllı tüm oyunlar, her birisi sanki normalleşmiş, kabullenilmiş şiddetler gibi, yarın öbür gün bizleri vurabilecek birer zehirli bumerangdır.
Sosyal medya platformlarının şiddeti hiçbir filtre kullanmadan yayımlamaları meselesi tüm dünyada da ciddi etik bir sorun ve bunun kanunlarla cezalandırılmasından ziyade, sosyal medyaların bu konuda çok ciddi bir tavır sergilemeleri gerekiyor. Şiddet içeriklerine adeta maruz kalıyoruz, hele ki çocuklar ve gençler, şiddetin yaygınlaştırıldığı, normalleştirildiği çok yoğun bir baskının altındalar.
Bunun yanı sıra, televizyon dizileri, gündüz kuşaklarındaki kadın programları da adeta kadına yönelik şiddeti ya normalleştiriyor ya da kadını cinsel bir meta olmaya mahkum ediyor. Mahinur Hanım, hem sosyal medya platformlarıyla, hem de dizi yapımcılarıyla enine boyuna konuşmuş bu meseleyi. İş sadece reyting kaygısı olmamalı, kötülüğü yaygınlaştırmanın, normalleştirmenin, özendirmenin afeti, toplumsal çöküştür çünkü...
Bilmiyordum, tüm illerimizde şiddet izleme ve önleme merkezlerinin olduğunu... Bu o kadar büyük bir imkan ki, çünkü bu merkezler kendilerine ulaşan veya tespit ettikleri veriler ile, o toplumun adeta röntgenini çekiyorlar. Yine sayın Bakanın ifade ettiğine göre 2024 yılı içinde gerçekleşecek bir büyük anket ve profil çalışmasıyla şiddetin anatomisi çıkartılacakmış. Fail ve mağdur profilleri hakkında ve en önemlisi de şiddetin kök nedenleri hakkında bilgi sahibi olabileceğimiz müthiş bir çalışma...
Bakan Göktaş; Türkiye'nin nüfusu ve geleceğimiz hakkında da konuştu. Ayağımızı denk almamız gerektiğini söyleyen bir öngörüye göre; 2050 yılında yaklaşık 94 milyona ulaşması beklenen nüfusumuzun, 2075 yılında 88 milyona; 2100 yılında ise yaklaşık 77 milyona gerilemesi, 2100 yılında ise nüfusumuzun 54 milyona kadar gerileyeceği tahmin ediliyormuş.
"Biz nüfus yapısındaki değişimin ardındaki tüm nedenlere bakmak, küresel ve yerel dinamikleri bütünü ile görmek istiyoruz. Biz de konuyu bütüncül bir çerçevede tedbirler alabiliriz ancak' diyor. Bakan hanım konuşmalarında, topluma dayatılan ithal yaşam modellerine de eleştiriler getiriyor, kendi ülkemizin dinamiklerinden hareketle adımlarımızı geniş çerçevede ve dikkatli atmamız gerekiyor diyor.
O böyle konuşurken kendi ortaöğretim yıllarımı hatırladım. İlköğretim ve liselerde, en çok 'iki çocuk' anlatılarıyla büyüdük bizler. Nitekim üç kardeştik ve bunu söylerken biraz utanırdım, çünkü iki çocuktan fazlası cehalet anlamında takdim edilirdi. O günlerde bu minvalde seyrettiğim televizyon programlarını da hala tedirginlikle hatırlıyorum.
Peki uzun yıllarca devlet politikası olan nüfus planlamasının sonuçları hiç m, hesaplanmamıştı...
Kimdi bizi yanıltanlar?