Adana’dan Hatay’a kara yoluyla gitmiştim bir keresinde... Çok uzun zaman olmadı, ama uçak seferleri başlamadan önceydi. Torosları aşıyorsunuz, Belen Geçidi’nden geçiyorsunuz, Amik Ovası’na iniyorsunuz... Bakımlı asfalt yollardan, gayet sık yerleşim birimleri içinden rahat, kolay, iki saatlik bir yolculuk yaptım.
Semir Aslanyürek’in bu hafta sinemalarımızda gösterime girecek olan filmi “Lal”de ise tam kırk yıl önce Hatay’dan Adana’ya yayan gitmeye çalışan 14 yaşında iki çocuğun öyküsünü izleyeceksiniz! O tepeleri, o vadileri o zamanın koşullarında kazasız belasız aşmak mümkün mü? Yayan diyorsam bugünkü trekking ayakkabılarıyla değil! İki yoksul köylü çocuğu işte... Oyundan öte meselelere erken yaşta taktıkları ve düş kurdukları için arkadaşları tarafından itilip kakılan iki ergen Cemal ile Süleyman... Hayran oldukları Yılmaz Güney’i “Endişe” filminin setinde görmek ve arkadaşlarına kendilerini kanıtlamak için bu maceraya atılıyorlar. Bunun için bir de fotoğraf makinesi çalıyorlar! Sinema tutkusu onları gözükara kılıyor!
Geçen yıl Adana Altın Koza Film Festivali’nde prömiyerini yapan “Lal” hem bir dönem filmi hem bir yol filmi hem de bir büyüme filmi... Yıl 1974, yer Çukurova olunca dönemin siyasi iklimi o güzelim Akdeniz iklimine baskın çıkıyor. Türkiye eylemlerle, çatışmalarla çalkanıyor. Buna rağmen Semir Aslanyürek mizahı elden bırakmamış ve tam da o yıllarda çekilen yerli filmlerin naifliğinde bir yaklaşımda bulunmuş... Ama çocukların da diğer eylemcilerin de başına gelenler altı yıl sonra doruğa ulaşacak olan faşizmin habercisi. Zavallı çocukların polisin eline düştüğünü söylesem bazı sahnelerde neler izleyebileceğinizi tahmin edersiniz. Erkan Can’ın oynadığı bir komiser var ki orta yaşı geçenler, onun gibilerin hiç yabancısı değillerdir...
Mitoloji, destanlar, masallar misali karşılarına çıkan iyi, kötü, ilginç, gizemli karakterlerden bir şeyler öğrenerek, hayat deneyimi kazanarak yaptıkları yolculuk Cemal ile Süleyman için Nicolas Roeg’un aynı adlı filminden öğrendiğimiz, Avustralya aborijinlerinin ergenlere doğada sağ kalmayı öğretmek için onları çıkardıkları “Walkabout” yerine geçiyor. Polisle, kaçakçıyla (Gürkan Uygun), çobanla (Feride Çetin), faytoncuyla (Emre Altuğ) karşılaşmaları onları için birer deneyim bizim için dönemin filmlerine ve ortamına göndermeler...
İki çocuk oyuncu, Ata Murat Kalkan ve Erdal Sarı da gayet sempatik. Semir Aslanyürek, “Şellale” misali bir yöre ve dönem filmiyle belirli bir düzeyi tutturmuş sinemasında. “Lal” doğrudan izleyiciye hitap edebilecek, geçmişin filmlerini özleyip duran, dizilerle özlem gideren geniş kitleyi memnun bırakacak bir film. Popüler yapımlardaki küfürden ve belden aşağı mizahtan dert yananlar, kasvetli siyasi yapımlardan hazzetmeyenler buyursun işte!
Ne yazık ki “Lal” hala oluşmamış bir film endüstrisinin mali zorlukları ve haksız rekabeti yüzünden az sayıda kopyayla izleyicisine ulaşabilecek. Gişe rekoru kırmanın salonların yarısını kaplamakla gerçekleşebildiği bir ülkede içinde Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Yılmaz Erdoğan, Çağan Irmak bulunmayan hangi film o kadar bütçeye sahip ki? On yıl kadar önce, 35mm’den dijital gösterime geçiş döneminde salonlar bu yeni teknolojinin masrafını çıkarsın, dağıtımcılar da mağdur olmasın diye ödenmeye başlanan Virtual Print Fee - VPF (dijital baskı bedeli) “Lal” ekibine çok ağır gelmiş... Üstelik Amerikan yapımları çoktandır bunu reddettiği halde yerli yapımlardan talep edildiği için prensip olarak da ödememeye karar vermişler.
Sonuçta onlarla birlikte izleyici de kaybediyor. “Lal” bir arthouse filmi değil, bir kitle filmi!